Uğur Dündar kimdir, aslen nerelidir, yaptığı programlar ve aldığı ödüller nelerdir? İşte en detaylı biyografi

Geçtiğimiz yılın Haziran ayında Ekşi Sözlük'teki Uğur Dündar başlığının altına oldukça uzun ve büyük emek harcanmış bir entry girildi. Uğur Dündar'ın hayatını adım adım kaleme alan "cococugiller" isimli kullanıcının yazısını Uğur Dündar da Twitter hesabından paylaştı ve yazara teşekkür etti.
İŞTE EKŞİ SÖZLÜK'TE YAYINLANAN UĞUR DÜNDAR BİYOGRAFİSİ
Aslında bu entriyi kendisi hakkında epey araştırma yaptıktan, bilgi biriktirdikten sonra, 2 yıl önce yazacaktım fakat fırsat olmadı. şimdi tekrar gündem olunca yazayım dedim. böyle bir değerin kıymetinin bilinmiyor olması, hatta okullarda ders olarak okutulmuyor olması benim açımdan gerçekten çok üzücü. bir solukta okuyacağınızı düşündüğüm, bu olağanüstü hayat hikayesini anlatan entri'me başlıyorum.
uğur dündar: türkiye'nin yetiştirdiği en kıymetli gazetecilerin başında gelen isimlerden. gazeteci, yapımcı, sunucu, spiker, oyuncu.
28 ağustos 1943'te yüksek dedektif olan komiser osman dündar'ın oğlu olarak fatih'in atikali semtinde doğmuş. iki ablası ve bir kız kardeşi olan uğur dündar'ın çocukluk yılları çanakkale'de ve gelibolu yarımadası'nda geçmiş, 1953 çan-yenice depreminden sonra aylarca çadırda kalmışlar, ablası bu şartlar yüzünden hasta olmuş ve istanbul'a dönmek zorunda kalmışlar. ablası ise malesef 23 yaşında hayatını kaybetmiş. istanbul vefa lisesi'nde eğitimine devam etmiş (burada müjdat gezen ve kemal sunal'la sınıf arkadaşlığı yapmış, kemal sunal'ın liseyi, tiyatrolara katıldığı için 5 yıl uzattığı çoğu kişinin malumu), sonrasında istanbul üniversitesi hukuk fakültesi'ni kazanmış fakat babasından gelen ve çocukluğundan itibaren şekillenip hayatını belirleyecek olan düşünce mirası, yani "haksızlıklarla mücadele etmek arzusu", onu gazeteci olmaktan alıkoyamamış. tekrar sınavlara girerek istanbul üniversitesi iletişim fakültesi gazetecilik enstitüsü'nden mezun olmuş. burada o dönemin duayen gazetecileriyle ve hocalarıyla tanışma ve çalışma imkanı bulmuş. abdi ipekçi'nin "şu fakülteden üç gazeteci çıkarsa birisi sen olacaksın" şeklindeki övgüsü, onu iyice hırslandırmış ve idealist-yarışmacı yönünü kuvvetlendirmiştir. kendisi mükemmeliyetçi, çalışkan ve hırslı birisidir.
tuzla piyade okulu'nda yedek subay olarak 24 ay askerlik yaptıktan sonra 1970'te trt'de sınavı kazanıp ankara'da işe başlamış ve küçük bir ev tutmuş. o zamanlar teknik imkanlar gerçekten çok kısıtlıymış, yapımcı olduğu için oldukça ağır olan makaraları, kameraları, filmleri, jeneratörleri bir yerden bir yere taksilerde taşıyarak epey zorluklar çekmiş o zamanki bir avuç idealist insan gibi. fakat eldeki çok az imkanla çok başarılı işlere imza atmıştır bu trt kuşağı. hafta sonlarında bile saatlerce teknik masalarda montaj yaparak program hazırlamış uğur dündar. hem teknik konulardaki bilgi ve becerisini hem de düşünce dünyasını sürekli geliştiren, algısını hep açık tutan bir kişiliktir. bu azmi tabii takdir edilmekle beraber bazılarınca kıskanılmış, memleketin geleneği... hatta uğur dündar trt'den büyük destek alıyor olmalı ki bu işleri başarıyor diye dedikodu çıkaranlar ve bunlara kapılanlar, ki bunlara kapılanların içinde yıllarca beraber çalıştığı gazeteci çetin emeç de olmuş, biraz araştırınca uğur dündar'ın azmi ve çalışkanlığı sayesinde, en önemlisi de halkın desteğiyle bu programları ürettiğini anlamış ve hakkını teslim etmiş.
yeni teknikler ve yapımlar öğrenmek için bbc'ye staja gönderilmiş dündar. spikerliğini geliştirmiş. başarısı bbc'den teklif alacak derecede göze çarpmış. fakat o türkiye'de bir televizyon yıldızı olmayı istediğinden bu teklifi reddetmiş ve yurda dönmüş. mesela 1972 münih olimpiyatlarında hiç eğitimi olmamasına rağmen teknik terimlere hakim şekilde yüzme yarışlarını ve çim hokeyi müsabakalarını sunmuş ve çok beğeni toplamış. halit kıvanç'la beraber başarılı eküri olmuşlar. uzun boylu, sarışın, karizmatik ve içten yapısıyla kısa zamanda televizyonlarda gözlerin aradığı isim olmuş dündar. bbc'de 7 ay eğitim görüp döndükten sonra istanbul televizyonu'na program yapımcısı olarak tayin edilmiş. 12 mart 1971 muhtırasından sonra trt'nin başına getirilen emekli tümgeneral musa öğün, uğur dündar'a spor ve aktüel programlar yaptığı için dokunmamış. bir programda bağdat caddesi'nde yer alan ve yabancı ülkeleri andıran tabelaları konu edinen dündar hakkında, konuşma tarzı temiz bir türkçeyi öne çıkardığından "çok öz türkçe kullanıyor, solcu, komünist" diye dedikodu yayılmış. müdür öğün, uğur dündar'a "oğlum sen sempatik çocuksun, kendine gel. bu tür tehlikeli işlerle uğraşma, spor haberleri yap, yoksa seni ben bile kurtaramam!" demiş. bu sancılı süreçte kısa bir süre trt'den ayrılan uğur dündar, gazinocular kralı fahrettin aslan'dan izmir fuarı'nda müjdat gezen'le sahneye çıkması için tomar tomar para teklifi almış. akşam eve götürdüğü paraları soran annesi, paradan hayır gelmeyeceğini söyleyerek zaten huzurlu olmayan uğur dündar'ın parayı sabah götürüp efes otelinin kral dairesinde konaklayan aslan'a geri vermesine vesile olmuş. "sahneye çıkarmayı biliriz seni" diyerek silahını gösteren aslan'a dündar "ben gidiyorum, ancak cesedimi sahneye çıkarırsınız" diye cevap vermiş. bunun üzerine aslan da "dur evlat seni bir öpeyim" diyerek gururlanmış.
yurt dışında edindiği tecrübelerle, oralarda reyting rekorları kıran yapımları türkiye'ye uyarlamış dündar. ve bunlar da alışık olunan "eğitimci-protokolcü" kalıpların dışında olduğundan ülkemizde de kısa sürede sevilmiş. "yaşadığımız günler (1972-74), işte hayat (74-75) (ki aynı yıl bu programdan ismini alan, atıf yılmaz'ın yönettiği filmde adile naşit ve hülya koçyiğit'le beraber başrol olmuştur.), günler geçerken (77-78), çarşamba gecesi (78-79), işte cumartesi (1980), günlerin getirdiği (1981)" gibi hayatın içinden-aktüel türde programlar bunların başında geliyor. 1974-75-78-80-81-83-85 yılbaşı özel programlarında da yer almış. (mayıs 1975'te ismail cem'in trt genel müdürlüğü görevinden alınmasıyla yeni yönetimin uygulamalarına tepki olarak trt'den ayrılan dündar, şaban karataş'ın ocak 1976'da genel müdürlüğe getirilmesiyle tekrar trt'ye dönmüş. ismail cem'in 1974-75'teki trt genel müdürlüğü dönemi ve bülent ecevit'in başbakanlık dönemlerinin baskı görmediği tek dönemler olduğunu söylüyor uğur dündar.)
bu ilk programlarında yurdun çeşitli yerlerinden ilginç kesitler, güncel konular ve çalışmalar, insanlar ve manzaralar yayınlanmaktaydı. zaman zaman yurt dışına gidilerek yine ilgi çekecek konularla ilgili çekimler yapılırdı. aralarda müjdat gezen'in, zeki alasya-metin akpınar'ın oynadığı parodi skeçler gösterilirdi, bu skeçler genelde gündemdeki olayların "yumuşak hicivleri" olurdu. bazı bölümlerde de sanatçıların seslendirdiği, program için özel olarak çekimleri yapılan, şarkı ve türküler yer alırdı. mesela o yıllarda toplumun geniş kesiminin duygularını dile getirdiğini düşündüğü, önemli bir değer olarak gördüğü ve arabesk tarzı nedeniyle trt'ye çıkması yasak olan orhan gencebay'ı uzun uğraşların ardından tv'ye çıkarmıştı. günlerin getirdiği programının sonunda ünlüler korosu şarkı ve türkü söylemekteydi. bazen de ilk defa icra edilen ezgilere ve tarzlara yer verilirdi. bir bölümde caz orkestrası yönetme yarışması, bir bölümde de yavuz top'un şef olduğu çok sesli halk müziği icrasına yer verilmişti. tüp içen çocuk, hırsızlıkla geçinen köy, diksiyonu güzel eroin kaçakçısı, kaldırımlarda yatan adam, kolları ve bacakları olmayan şoför, yaşayan herkesi kanser eden köy, sokak çocuğu feliçita mehmet, eski araba meraklısı adam, kuş diliyle konuşan kızlar, 125 yaşındaki harputlu dede, köydeki herkesin aynı ismi taşıması vs. gibi kısa kesitlerine mutlaka denk geldiğiniz şeyler bu programlarda yayınlanmıştı. alışılmadık, protokol haberciliğinden öte yapımlardır bunlar, çünkü doğrudan halkın sorunlarıyla, halka inmekteydi; televizyona çıkma ihtimali, hatta televizyon izleme imkanı bile olmayan vatandaşları televizyonlarda tüm ülke izliyordu. uğur dündar sırf bunları ortaya çıkarmak için memleketin en ücra köşelerine bile gitmekteydi. aldığı ödeneği harcadığı kalemlere göre kuruş kuruş hesaplayıp artan parayı ise aynen iade edecek kadar ahlaklı birisidir uğur dündar.
1973'te gelen bir ihbarla, antalya-kaş'ta deniz kıyısında diye gazeteye ilan edilen fakat denize çok uzak olan bir arazinin olduğunu öğrenir dündar, ekibiyle birlikte kısıtlı imkanlarla araziyi incelemeye gider. gelen bilgi doğrudur. ilan edilen araziden saatler süren ve uğur dündar'ın kayalardan, çalıların içinden yuvarlanarak ulaştığı kıyıda çekimler yapılır ve uğur dündar "gazete ilanlarına bakıp arsa almayın" diyerek halkı bilgilendirir. birkaç gün sonra tercüman gazetesi yazarı erol dallı, bölgede arazisi olanların isteğiyle "uğur dündar'ın orada onlarca arazisi var, değerlensin diye bu programı yaptı." şeklinde bir yazı yazar. fakat uğur dündar'ın o dönemlerde değil arazisi; otomobili, hatta başını sokacak bir evi bile yoktur. mesleğe yeni başlamış bir memur çocuğudur çünkü dündar. 50. yılına ulaşan gazetecilik hayatında, bilindiği gibi, bu iftiraların sonu hiç gelmeyecektir. kimi zaman tetikçiler, kimi zaman çekemeyenler...
1979'da memleketteki yokluk dönemlerinde gaz, yağ, benzin, tüp, şeker, alkol, sigara gibi ihtiyaç maddeleri üzerinde karaborsacılık yaparak afaki paralar kazanan kodamanların züppe çocuklarının, bağdat caddesi'nde birbirinden lüks amerikan arabalarıyla yaptığı yarışları gösterdiği bir program da çok ilgi çekmiştir. zengin çocuklar arabaların anahtarları karşılığında birbirleriyle yarışa girmekteydi. bunları görüntülen uğur dündar kameralarına da yaptıklarını marifet gibi anlatmaktaydı.
1980'de çekimler için elazığ'a gittikleri dönemde tunceli-ovacık'taki sel üzerine üzerine güç bela, sallarla, çamurlar içinde kalarak ovacık'a ve ardından tunceli'ye gittiğinde gördüğü manzara karşısında çok etkilenmişti. işsizlikten ana caddesinde volta atan dertli insanlar ve yoksulluk onu hüzne boğmuştu. doğu anadolu'da yaptığı programlarda yoksulluğun, işsizliğin, sefaletin boyutunu görmekteydi; buralardaki idari görevlilerin sürgün kurbanı sabıkalı memurlardan olduğunu fark ettikçe sorunların daha da derinleştiğini anlamaktaydı. 1980'lerin başında gördüğü bu manzara, aslında ta o zamandan kürt sorununun ve pkk terörünün temellerine de ışık tutuyordu. 2010'da tunceli-pülümür-kırkmeşe köyünün fahri muhtarı seçilmesi ilginç bir anekdottur.
günlerin getirdiği programının bölümlerinin ilk yayın tarihleri şöyle (parantez içindeki rakamlar trt arşiv sitesindeki bölüm numaralarıydı, fakat kaldırıldılar arşivden, umarım tekrar yüklenir):
1. bölüm 9 şubat 1981 (1)
2. bölüm 16 şubat 1981 *
3. bölüm 23 şubat 1981 *
4. bölüm 2 mart 1981 (2)
5. bölüm 9 mart 1981 (3)
6. bölüm 16 mart 1981 (4)
7. bölüm 23 mart 1981 (5)
8. bölüm 14 nisan 1981 * (soğukoluk)
9. bölüm 12 mayıs 1981 (7)
10. bölüm 9 haziran 1981 (8)
11. bölüm 25 ekim 1981 (9)
1981'deki bir programda o zamanlar hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmadan, bağımlılık yaptığı ve olumsuz etkileri olmasına rağmen satılan çeşitli "uyuşturucu ilaçlar" konusunu ele almıştı. bu ilacın etkilerini göstermek için bir bağımlıya kameralar önünde ilaç verilmiş, birkaç dakika sonra nöbet geçiren hasta herkesi ürkütmüştü. bu programın ardından bu tip ilaçlar yeşil reçeteye bağlanarak satılmaya başlanmıştır.
1981'de günlerin getirdiği programında yayımlanan "soğukoluk" vakası, toplumda şok etkisi yaratmış ve yıllarca hafızalardan silinememiştir. olay şöyledir:
bir gün kendisine hatay'ın belen-soğukoluk yaylasındaki gazino ve otellerde yaşı 16 olmasına rağmen zorla çalıştırılan bir kızdan sıkıyönetim komutanlığına yazılmış bir mektup olduğu haberi gelir. araştırmaya başlayan uğur dündar, olayın arkasında çok büyük bir yapılanma olduğunu anlar. sadece basit bir fuhuş kaçakçılığı değildir bu. devletin, askerin içinde dahi bu işten nemalanan kişiler vardır. petrolcü zengin arap şeyhlerinden mafya baronlarına kadar çok çeşitli tipler bu işin içindedir. 14-15 yaşındaki kızlar, zengin ve şatafat içinde görünen erkeklerce kandırılıp aşık edilerek fuhuş tuzağına çekilmektedir, meclise kadar uzanan bir yolsuzluk tekniğiyle kızların yaşı büyütülmekte, sanki yıllardır oralarda çalışıyormuş gibi belgeler düzenlenmektedir. kapana giren bir kızın artık kaçıp kurtulma şansı yoktur. buralara "genelde göstermelik (çünkü jandarmanın içinde bile muhbirler vardır, ayrıca gözetmenler askerlerin çıkış yaptığını hemen bildirir, bu yüzden suçüstü yapmak mümkün değildir.)" bir baskın yapıldığında otellerin altına inşa edilmiş gizli geçitlere, dehlizlere doldurulan kızlara ulaşmak mümkün olmamaktadır ve her baskın başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. uğur dündar, gerçekleri ortaya çıkarmayı kafaya koyar ve ekibiyle beraber iskenderun'a yola çıkar. (kendisinin geldiğini duyan yapılanma, yerel medya aracılığıyla "uğur dündar iyi niyetle geldiyse başımız üstüne, yoksa sonu kötü" gibisinden manşetler attırmış.) sıkıyönetim komutanı da kendisine yardımcı olacağını söyler ve gizli bir baskın planı yapılır, gazinolara aniden gidilir. fakat elde var sıfır misali, yine hiç kimseye rastlanamaz. uğur dündar binada gezerken bir kadın ona usulca yanaşır ve "kızlar şu mahzenin altında, yiğitliğini göster haydi." der (uğur dündar'a bilgi verdiği öğrenilince kadıncağız tecavüze uğrayarak katledilir, dündar bunu duyunca çok üzülmüştür). uğur dündar ve kameraman, duvar gibi görünen fakat yüklenilince aralanan kapıyı görünce şoke olur. içerde onlarca genç kız korkulu gözlerle onlara bakmaktadır. iki tane daha böyle gizli yapı vardır, onlardan da onlarca kız çıkartılır. ve mekanların sahipleri, kızların itiraflarıyla tutuklanır, buralar derhal kapatılır. kızlar ise ailelerine gönderilir. kızlarla yapılan bir röportajda kendisini buraya çeken oğlana hala aşık olduğunu, evlenmek istediğini söyleyen bir kız ise ibretliktir, oğlan kameraya baka baka "onu satmaya getirdim buraya" demiştir çünkü.
uğur dündar sadece yapılan baskının bu pisliği bitirmeyeceğini, olayla ilgisi olan "derin" yapının birkaç ay sonra tekrar faaliyete geçeceğini ve her şeyin boşa gideceğini bilmektedir. bu yüzden çekimlerin tv'de yayınlanması gerekmektedir. uğur dündar, filmlerin yayına hazırlanması için güvendiği kameramanını önden ankara'ya yollar, çok sıkı tembihler filmlere sahip çıkması için, çünkü film şeritlerinin tek kopyası vardır ve bir kez bile hava alması hepsinin bozulmasına yol açacaktır. bunların yayınlanmaması ise aynı pisliğin hortlaması anlamına gelmektedir. kameraman yalçın pala, adana şakirpaşa'dan gizlice ankara'ya gider uçakla. elinde film makaralarıyla esenboğa'dan ankara'ya dönerken yanına şüpheli birisi oturur. para çantasını açar ve "şu makaraların kapağını açıp kapatırsan şu paraların hepsi senin" der. havayla temas eden yıkanmamış filmler bozulacaktır çünkü, derin yapı bunu bile bilmektedir ve yayınlanmaması için filmlerin peşine düşmüştür. kameraman adamı küfrederek kovalar ve adam kaçar. filmler nihayet ankara'ya trt binasına gelir, yıkanan filmler istanbul'daki program müdürü uğur dündar'a ulaştırılır. uğur dündar asker gözetimindeki binada odasındaki çelik kasaların içine koyar filmleri. fakat içine sinmez ve filmleri evine götürür. ertesi gün binaya döndüğünde odasının tarumar edildiğini ve çelik kasanın parçalandığını görünce derin bir nefes alır. nihayet yayına hazır olur filmler ve 14 nisan 1981 salı akşamı günlerin getirdiği programının 8. bölümünde yayınlanır her şey. uğur dündar ve ekibi kıvanç duyguları içindedir. böyle bir pisliğin ortaya çıkarılması, tekrar yaşanmaması ve ders olması için çok büyük bir adım atılmıştır. tv'de yayınlanan programın ardından uğur dündar'a halktan, bürokrasiden, gazetecilerden, devletin en üst kademelerinden dahi tebrik telefonları, telgraflar, mektuplar gelir. o günlerde böyle şeylere alışık olmayan, hayal dahi edemeyen toplum ise dumura uğramıştır. aynı bölüm tekrar tekrar yayınlanmıştır. uğur dündar ve araştırmacı gazetecilik için büyük bir başarı olmuştur bu olay.
mesela yine o zamanlar çok büyük bir tabu olan, ağza almaktan bile çekinilen eşcinsellik, cinsiyet değiştirme, transseksüeller, hayat kadınları, cinsel yolla bulaşan hastalıklarla ilgili "cesur programlar" hazırlamıştı. aynı günlerde gazetelere göz atarken polis tarafından trenlere bindirilip eskişehir'e zorunlu sürgüne yollanan transseksüel ve cinsiyet değiştirmiş vatandaşlarla ile ilgili bir habere rastladı, bir mağdur vatandaş "ali nihat mındıkoğlu bizi bu hale getirdi" demişti haberde. bunun üzerine olayı araştırmaya başlayan dündar, istanbul'da plastik cerrahi doktoru olan bu kişinin, sadece belli miktar para (150 bin lira) karşılığında, telefonda bile randevu vererek sorgusuz sualsiz, hiçbir psikoseksüel test yapmadan ve transseksüellik raporu aramadan cinsiyet değiştirme ameliyatı yaptığını tespit etmişti. hatta şizofreni hastası bir gencin, elektroşokla tedavi seansları arasında taburcu olduğunda yaşadığı ruh hali değişimi nedeniyle mındıkoğlu'na gittiğini, mındıkoğlu'nun basit bir konuşmayla bile şizofreni hastası olduğunu anlayacağı bu genci "senden güzel kız olur" diyerek ikna edip ardından para karşılığında ameliyat ettiğini, gencin şizofreni hastalığı nüks edince olanlardan habersiz ailesi tarafından bakırköy'e getirildiğinde erkeklik organı değil bir tahta parçası taşıdığının anlaşıldığını, ailesinin yıkıldığını, gencin "üzülmeyin işte organım burda" diyerek tahta parçasını gösterdiğini, erkeklik organının yerinde 1 santimetrelik bir çukur olduğunu; bakırköy'ün başhekimi yıldırım aktuna, uğur dündar'a anlatmıştı. onlarca 'hata yapmış' erkek, bu yüzden geri dönülemez bir yola girmişti. mesela transvestiyken cinsiyet değiştirerek pavyonlarda şarkıcılık yapmaya başlayan ve para kazanan sevgilisinden çok etkilenen necati isimli "sert" bir erkek, aynı şeyleri deneyimlemek için cinsiyet değiştirme ameliyatı yaptırmış, ismini de "naciye" olarak değiştirmişti. bu olayları ortaya çıkarmaya karar veren dündar, mağdur kişileri ikna ederek yayına getirmiş, ali nihat mındıkoğlu'nu da röportaj yapacağını söyleyerek programa davet etmişti. reklamı yapılacağını düşünen mındıkoğlu, bunu kabul etmiş ve yayına katılmıştı. başta genel konulardan bahsedilen konuşmalardan sonra dündar, mındıkoğlu'na "bilimsel olmayan cinsiyet değiştirme operasyonları yaptığınız söyleniyor" şeklindeki soruyu yöneltince mındıkoğlu "birkaç bilimsel araştırma amaçlı çalışmamız var" şeklinde cevap vermişti. cevabın ardından "hayatımı mahvettin" diyen mağdurları yayına alan uğur dündar, mındıkoğlu'nun yalan söylediğini ispatlamıştı. mındıkoğlu "ama bunlar benim aleyhime olacak" deyip hemen yayını terk etmiş, uğur dündar ve tv'ye tazminat davası açmıştı. kendisine ise mağdurlar tarafından dava açılmıştı. bu şahsın, sonrasında bilim dünyasından dışlandığı ve bu ameliyatları tekrar yapmadığı söylenmektedir; yıllar sonra uğur dündar'ın arena programına katılarak yaptıklarından pişmanlık duyduğunu ve uğur dündar'ın haklı olduğunu belirtmiştir.
uğur dündar aynı zamanda cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve o zamanların korkulu rüyası, daha doğrusu ismiyle kötü şöhret salmış cüzzam hastalığı hakkında istanbul üniversitesi istanbul tıp fakültesi deri ve zührevi hastalıkları öğretim üyesi prof. dr. türkan saylan ile pek çok kez halkı bilgilendirici röportajlar yapmıştır. genelevlerde çalıştırılan hayat kadınlarının sahte belgelerle zorunlu zührevi kontrollere götürülmediğini, sürekli çalışmaları için menstürasyon bozucu ilaçların verildiğini ortaya çıkarmıştır aynı zamanda, memleketin her bireyine vatandaş gözüyle bakarak bu farkındalığı oluşturmak için.
yaptığı başarılı programlarla büyük ses getiren dündar, bazı çevrelerce tehlikeli olarak görülmeye başlamıştır doğal olarak. çünkü memleketteki nerdeyse her çarpıklığa el atan çalışmaları, bu aksaklıklardan nemalanan düzen adamları için çarkların durması demektir. mesela cerrahpaşa tıp fakültesi psikiyatri öğretim üyesi ayhan songar, sonraki yıllarda kendisine dokunulacağını anlamış gibi, uğur dündar'ı bir gün adli tıp kurumuna davet etmiştir. songar "attığınız adıma dikkat edin" minvalinde bir şeyler söyleyince uğur dündar "tehdit mi ediyorsunuz adli tıp kurumunun başkanı olarak" demiş, ardından songar adli tıp kurumu içinde kafeslerin ardında tutulan azılı suçluların, psikopatların, katillerin olduğu koğuşlara götürerek "ne oldum dememeli uğur bey" demiş, uğur dündar ürkerek binadan ayrılmış ve uzun süre kendine gelememiştir. fakat yıllar sonra ayhan songar'ın meşhur ve zengin bir ihtiyar kadına, apaçık demans hastası olduğu halde "akli dengesi yerindedir" raporu vererek mirasının paylaşılmasına neden olduğunu yine uğur dündar ortaya çıkarmıştır.
sadece songar değil, bürokrasi bağımlısı ve "memurculuk oynayan", protokol haberciliği geleneğini sürdürmek isteyen dar görüşlü trt yöneticileri de dündar'dan çekinir olmuştur. o zamanlarda yayınlanacak her program için üçlü denetim mekanizması uygulayan trt yönetimi, uğur dündar'ın hazırladığı çoğu programdaki gibi "suya sabuna dokunacak, baş ağrıtabilecek" içerikleri derhal sansürlemekteydi. fakat uğur dündar, hazırladığı bazı içeriklerin sansüre uğrayacağını bildiğinden bunları gazetelere de gönderip kamuoyu desteği almayı amaçlardı. bu sayede üçlü mekanizma, merak edilen konu aracılığıyla halk tarafından etkisizleştirilebilmekteydi. mındıkoğlu olayı bu şekilde tv'ye yansıyabilmişti örneğin. günaydın gazetesi genel yayın yönetmeni rahmi turan ve yazı işleri müdürü akgün tekin'i arayarak programdan bahseder, tekin de haberi seve seve yayımlayacaklarını söyler. oluşan kamuoyu desteğiyle program sansüre takılamadan yayınlanır.
"12 eylül 1980 askeri darbesinden sonra devlet başkanı kenan evren, beğeniyle takip ettiği uğur dündar’dan “toplumu kötü alışkanlıklardan” koruyacak programlar çekmesini ister. trt yönetimi bu isteği kendisine iletir. dündar, daha önce de rüşvetle ilgili bazı haberler yapmıştır ama rüşveti belgelemek için kendisine yardım edilmesi gerektiğini anlatır. dündar, yöneticilerine “rüşvet dediğiniz şey kapalı kapılar ardında olur, namuslu bir devlet görevlisinin yardımı olmadan bunu belgelemek mümkün değil.” der. sadettin tantan ile çalışmak istediğini söyler. kabul edilir ve tantan’ın yanına gider. emniyet müdürü şükrü balcı durumdan rahatsız olur. tantan ve dündar’ın toplantısını basar, dündar’a, “senin ne işin var burada?” diye sorar. dündar, yapmak istediği işi anlatır. durumdan iyice rahatsız olan balcı, “sen bırak rüşvet, müşvet gibi palavra konuları da, gel şeyi çek! biz solculara nasıl kuru temizleme yapıyoruz onu çek!..” der. dündar da, “biz neyi çekeceğimize televizyonda karar veririz. senin gibi polis şefleri bize emrederek program yaptıramaz.” karşılığını verir." 1983'te yayınlanacak rüşvetle ilgili bir program çok ses getirecektir zaten.
1982 yılının sonlarına doğru "olay" isimli programı hazırlamaya başlayan uğur dündar, araştırmacı gazeteciliğin ve "arena"nın temelini de bu programla atmıştır. memleketin kanayan yaraları olan ve çözüme kavuşturulamayan problemler üzerine analiz yapmış, bunların teşhir edilmesini sağlamış ve uzmanlara çözüm yollarını sormuştur. gizli kamera kullanma geleneği de ilk kez bu programla başlamıştır. fakat o zaman gizli kamera diye bir alet yoktur. kocaman kameralar kamufle edilerek ya da doğrudan kullanılarak çekimler yapılmıştır. olay programının yayın tarihleri ve konuları ise şöyledir (bu program da trt arşiv'de yayınlanmasına rağmen sonradan kaldırıldığı için şu anda erişmek mümkün değil; ilk yayın tarihlerini de tıpkı günlerin getirdiği'ndeki gibi, gazete arşivlerinde araştırarak tespit ettim):
* 1. bölüm (12 ocak 1983) konusu: istanbul'da çarpık yapılaşma sorunu. hiçbir prosedüre, kurala ya da yönetmeliğe uygun olarak inşa edilmemiş, sosyal ve insani kuralları hiçe sayarak dip dibe, rastgele yapılmış apartmanlar, bloklar bu programda konu edilmiştir. hızlı nüfus artışı ve göçler bu sorunlara neden olmuş fakat hiçbir önlem ya da yeni bir proje ortaya konmamıştır. istanbul'un bugünlerini ta o zamandan göstermiş bir bölümdür.
* 2. bölüm (30 ocak 1983) konusu: rüşvet. küçücük devlet dairelerinde bile nasıl bir rüşvet çarkı olduğunu, alt kademe devlet memurundan müdürüne kadar bu çarkın nasıl döndüğünü ortaya koyan çok çarpıcı bir bölümdür. çok kez tekrarı yayınlanmıştır.
* 3. bölüm (27 mart 1983) konusu: zararlı gıda maddeleri, denetimsiz gıda imalathaneleri, sağlıksız kaynak suları, kaçak at ve eşek eti üretimi. arena'nın hafızalara kazınan ve defalarca kez farklı mekanlarda farklı kişilerle ekrana getirilecek "gıda terörü" temasının temeli aslında bu bölümle atılmıştır. özellikle büyükşehirlerdeki denetimsiz gıda üretim merkezleri toplumda büyük ses getirmiş, etkisi yıllarca sürecek ve halen devam eden "temiz gıda" farkındalığı başlamıştır. bölümün yayınlanmasının ardından gazetede okuduğum bir haberin başlığı şöyleydi: "temiz işletmeler üzerine alınmasın."
* 4. bölüm (26 mayıs 1983) konusu: trafik kazaları ve trafik sorunları. çarpık yapılaşmanın ve düzensiz nüfus artışının doğal bir sonucu olan trafik sorunları bu programda konu edilmiştir. bozuk yollar, kontrolleri yapılmayan kamyonlar, ehliyetsiz şoförler, trafik karmaşası, can alan ve büyük ekonomik zarara yol açan trafik kazaları da bu bölümde gözler önüne serilmiştir.
* 5. bölüm (6 kasım 1983) konusu: kumar. kumarın nasıl bir illet olduğunu anlatan, yine çok çarpıcı bir bölümdür. 1985 nüfus sayımındaki sokağa çıkma yasağında bile tekrarı yayınlanmıştır. kaçak kumar oynanan yerler, yapılan hilelerle kasanın hep kazanması, para kaybeden insanın büründüğü psikoloji ve bağımlılık, varını yoğunu kumara yatıran, ailesini bile kaybetmiş kumarbazlar, karısına "senden vazgeçerim kumardan vazgeçmem" diyen ve karısını da kumarbaz yapan, her şeyini kaybeden fakat oynamaya devam eden fabrikatör kumarbaz bu bölümde ekrana gelmiştir. o zamanın gençlerine ibretlik olarak aileler tarafından ısrarla izletilmiştir.
* 6. bölüm (6 şubat 1984) konusu: istanbul'da acil servislerde yaşanan sorunlar ve kan bankalarındaki usûlsüzlükler. savaş ay'ın, elektrik çarpınca eline mikrofon yapışmış şarkıcı rolünü yaptığı meşhur bölüm budur. elindeki mikrofonun nedeni ise, dediğim gibi, küçük aletlerin henüz kullanılıyor olmamasıdır. elindeki mikrofon ironik olarak ses alıcısı olarak kullanılmıştır, kimse de fark etmemiştir. acil servislerdeki keşmekeş, hijyenik olmayan ortamlar, hastalara müdahale edecek kimsenin olmaması, röntgen bile çekilmemesi, triyajı hastabakıcıların yapması, hastanelerdeki ilaçların bazı personel tarafından eczanelere satılması ve hastalara "şu eczaneden ilaçları al gel" denmesiyle dönen tezgah, kan bankasında uygun kan bulunmaması, hastane önlerinde kan satan işsiz insanlar ve savaş ay'ın kan pazarlığı (ki bu insanların pek çoğu, sık kan vermekten ya kanla bulaşan hastalıklara kapılarak ya da düşkünleşerek hasta olmuş ve hayatını kaybetmiştir) bu programda gösterilmiştir.
* 7. bölüm (12 nisan 1984) konusu: anadolu liselerine giriş sınavları ve hazırlık sürecinde öğrencilerin ve ailelerinin yaşadığı sorunlar. halen çözülememiş bir sorun olan sınav sistemi üzerine ayrıntılı bir inceleme yapan bölümdür. 12-13 yaşındaki çocukların ve ailelerin anadolu ya da fen liselerinin ortaokullarını kazanmak için aşırı stres yapmaları, çocukluklarını yaşayamamaları, harcanan paralar, ailelerin sıkıntıları gözler önüne serilmiştir, zannediyorum "yarış atı" tabiri de ilk kez bu programda kullanılmıştır. programın sonunda strese kalbi dayanamayan ve vefat eden bir öğrenci ile ailesinin feryatları gösterilmiştir.
* 8. bölüm (16 temmuz 1984) konusu: konut sorunları ve çarpık yapılaşma: 1. bölümdeki konuya benzer bir konu tekrar işlenmiştir. 1976'da çaldıran'daki depremden sonra inşa edilmeye başlanan fakat çürümeye terk edilmiş malzemeler ve evler bu bölümde gösterilmiştir. uzmanlara danışılarak bu sorunların nasıl çözülebileceği üzerinde epey durulmuştur.
* 9. bölüm (18 ekim 1984) konusu: almanya'daki türk işçilerin çocuklarının (2. kuşak) yaşadığı sorunlar. uğur dündar, üzerinde mutlaka durulması gerektiğini defalarca söylediği bu konuyu bu bölümde ele almıştır. çekimler için almanya'ya gidilmiştir. burada 1960'larda ve 70'lerde dalga dalga almanya'ya giderek burada son derece kötü koşullarda yaşamayı becermiş ve bir nesil üretmiş türk işçilerle başlayan röportajlar, ikinci nesille devam etmiştir. bu nesil ise tam bir buhran neslidir, ne alman ne türk olabilmiştir, türkçeyi konuşmakta zorlanmaktadır. pek çoğu uyuşturucu madde bağımlısı olmuş, illegal yapılarda kirli işlere başlamıştır. 50'li yaşlarda iri bir alman erkeğin genç yaştaki bir türk erkek çocuğuyla yan yana gezdiğini gösteren görüntüler ise gerçekten çok acı ve çarpıcıdır.
* 10. bölüm (31 ocak 1985) konusu: kimsesiz çocukların yetiştirme yurtlarındaki ve sokaklardaki yaşam koşulları ve gelecekleri. yetiştirme yurtlarında duygusal yoksunluk içinde büyümeye çalışan çocukların yer aldığı bir bölümdür. yine acı doludur. yetiştirme yurtlarındaki yetersiz imkanlar, pislik içindeki banyo ve tuvaletler, bir yatakta iki kişi yatan çocuklar gibi. 18 yaşını doldurduğu gün hiçbir imkan verilmeden yurtlardan atılan çocukların yaşam mücadelesi de gösterilmektedir. mesela bir genç meyve-sebze halinde hammallık yapmakta, geceleri de burada kasaların üstünde yatıp kalkmaktadır. yurtta büyümüş ve birine aşık olup evlenme arifesinde olan genç bir kızla da röportaj yapılmıştır. genç kız ısrarla "anne-baba sevgisinin, merhametin, şefkatin, dostuğun ne demek olduğunu bilmiyorum" demiştir. 2-3 yaşlarında fakat uğur dündar'ı görünce çığlık çığlığa ağlamaya başlayan, zihinsel ve bedensel gelişimleri geri kalmış çocukların durumu da çok üzücüdür. çocuk gelişimi psikoloğu haluk yavuzer'in de açıkladığı gibi, bu çocuklarda 1 yaşına kadar sevgi ve anne şefkatine maruz kalmamanın bir sonucu olarak "duygusal yoksunluk sendromu" gelişmiştir. anne sevgisinin önemi burada doğrudan görülmektedir. uğur dündar'ın ısrarla sürdürdüğü çocuk esirgeme kurumuyla ilgili araştırmalar, sonraki zamanlarda da meyvelerini vermiş, pek çok yuva daha iyi koşullara kavuşturulmuştur. fakat zaman zaman yaşanan kötü muamele, şiddet, cinsel istismar gibi olaylar malesef ortadan kaldırılamamıştır. 1989'da sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü olan melih gökçek, uğur dündar'ı arayarak kurumun içindeki çarpık düzeni ve yolsuzlukları ortaya çıkaracağını söylemiş, uğur dündar'dan da destek istemiş. bu konudaki araştırmaların ürünü olan program da yine büyük ses getirmiş.
* 11. bölüm (1 nisan 1985) konusu: hayat kadınlarının yaşamları ve kadın tacirleri. fuhuşun konu edildiği bu programda o zamanlar 'telekız' diye tabir edilen hayat kadınlarıyla röportajlara yer verilmiştir. yapacak başka bir şeylerinin olmaması onları bu yola itmiş ve kurtulmalarının önüne geçmiştir. hiçbirinin sosyal güvencesi yoktur. yaşamlarını sürdürmeye çalıştıkları koşullar çok ağırdır. hepsi "pezevenklerin" elinde mahkum olmuştur. 32 yaşında olduğunu söyleyen bir kadının yaşı, baktığınızda 45-50 gibi görünmektedir. tansiyon, şeker hastası olmuştur. 40 civarındaki, artık çalışmayan ve sokaklarda yaşayan bir kadının yaşı da 65-70 gibi görünmektedir. frengiden gözlerini kaybetmiş bu kadının hali gerçekten içler acısıdır. türkan saylan'la röportaja yer verilen program, cinsel yolla bulaşan hastalıklar üzerinde durulmasıyla son bulmuştur.
* 12. bölüm (2 aralık 1985) konusu: haliç ve çevresindeki kirlilik ve temizlenmesi süreci. haliç'in o zamanlar had safhadaki kirliliğini, çevresinde yaşamayı güç kılan pis kokuyu ve tabakhaneleri gösteren programda, etraftaki kaçak yapıların yıkımına ve temizlik sürecine dair pek çok görüntü bulunmaktadır.
* 13. bölüm (11 şubat 1986) konusu: izmir'de hızlı büyüme ve sanayileşmenin getirdiği sorunlar, bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi'nin dünü ve bugünü (bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi konusunu işleyen kısım, denetim kurulunun sansürü nedeniyle 'dün'ü kesilerek yayınlanmış; buna tepki gösteren uğur dündar, trt'deki görevinden istifa etmiştir. program da yayından kaldırılmıştır.)
geldik zurnanın zırt dediği bölüme. 1981'de yıldırım aktuna'nın başhekim olmasıyla bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi baştan aşağı yenilenir. yıldırım aktuna, kendisinden önceki başhekimlerin döneminde kaderine terk edilen ve adeta bir işkence ve insanlık suçu yuvasına dönüşen bu "hastane"yi medyaya açar. görülenler akıl alacak, yürek kaldıracak gibi değildir. görünürdeki ve daha önce 1979'da kameralara açılmış bölümde her şey çok düzenlidir, hastalar tablolar yapmakta, şiirler yazmakta ve huzur içinde yaşamaktadır, ruh sağlığı haftası kapsamında burayı görüntülemeye uğur dündar da gelmiştir. nezih kısmı görüntüleyen uğur dündar'ın kulağına fısıldayan bir personel, gizli bir geçitle ulaşılan "ölüm pavyonu"nu tarif edince uğur dündar kameramanla oraya gider ve gördükleri karşısında dehşete düşer. demir parmaklıkların ardında 35-40 kadar hasta, cinsiyet ayrımı olmadan tamamen çıplak şekilde gezinmektedir. kimisi mastürbasyon yapmakta, kimileri cinsel ilişkiye girmektedir. her yer pislik içindedir. hastalar idrarlarını ve dışkılarını oldukları yere, hatta su içtikleri 'yalak'ı andıran kaplara yapmaktadır. bazı hastalar kendilerini çarşaflarla demirlere asmıştır. hasta bakıcılar haftada bir buraya uğrayarak yiyecek bırakmakta, ölen hasta varsa morga kaldırmaktadır. bir hastabakıcıya neden çıplak duruyorlar diye soran uğur dündar, "üstlerinde kıyafet durdurmuyorlar, parçalıyorlar" cevabını alır. çocuk hastalar kolonlara bağlanarak hareketsiz hale getirilmiştir, zaman zaman işkenceye de maruz kalmaktadır. hepsi açlıktan zayıf düşmüştür. bu hastaların çoğu garibandir ve kimsesi yoktur. bu pavyona düşen hastaların artık ölümden başka kurtuluşu yoktur. şirinevler yakınlarındaki fuhuş mekanlarına pazarlanan kadın hastalar bile vardır. buna karşı çıkan hastalar ise ana yola atılarak araçların altında ezilerek öldürülmüştür. sadece burada değil, pavyonlarda bile öldükten sonra üzerine beton atılan hastalar olmuştur, bunlar kameralara kurukafalar şeklinde yansır. bunlar o dönemde sansür nedeniyle yayınlanmamıştır. fakat yıldırım aktuna öncülüğünde başlatılan rehabilitasyon çalışmalarıyla hastane sağlıklı bir hal almış, insanlık dışı muameleler son bulmuştur. 1986'da bakırköy hastanesinin eski haliyle yeni halini karşılaştırmayı amaçlar ve yeninin değerini kanıtlamak ister uğur dündar. önce eskiden çekilen görüntülere ve o dönem hemşire ve hastabakıcılarla yapılan röportajlara yer verilecek, ardından hastanenin yenilenmiş hali gösterilerek bu büyük başarı tescillenmiş olacaktı. fakat daha önce ismini andığımız, o dönem yayın denetleme, yani "sansür" kurulunda yer alan ve dönemin pek çok "güçlü" kişisiyle bağlantısı olan tunca toskay'ın genel müdürlüğü altında türk-islam sentezi geleneğinin trt yayınlarına hakim olduğu dönemde epey söz sahibi olan ayhan songar, eski görüntüler kendisine dokunacağı için kurula baskı yapar ve eski görüntüler kesilerek program sanki bakırköy hastanesi tanıtım filmi halini alır. buna itiraz eden uğur dündar'ı yanına çağırtan songar, programın yayınlanmayacağını hafif bir tebessümle kendisine söyler. uğur dündar çaresiz kalır, bunu meslek onuruna yediremez, çok sevdiği televizyondan gözyaşları içinde istifa ederek ayrılır. o dönem başka bir televizyon olmadığı için işsiz kalma riskini göze alarak bunu yapar. kesik programı izleyen vatandaşlardan büyük tepki gelir, uğur mumcu'nun (ki kendisi daha önceki yazılarında uğur dündar'ı hep takdir etmiş, çalışmalarının örnek olduğunu dile getirmiştir.) da içinde olduğu pek çok gazeteci dündar'a destek verir, birkaç gün sonra gerçekler bir gazetede yayınlanır ve tepkiler artar.
http://www.gecmisgazete.com/…atan-fotograflar-14578
bu sayıyı bulmak için kütüphane gazete arşivine gittim, fakat fotoğraflarını çekemedim. şu videodaki fotoğraflar vardı:
https://twitter.com/…us/1202117989581103104?lang=tr
o dönemlerde gazetelerde her gün, önceki gün tv'de yayınlanan programların eleştirileri yapılıyormuş. halktan gelen eleştiri ve katkılar da bu bölümlerde yer alıyormuş. bazen yurdun geniş kısmında yaşanan elektrik kesintileri nedeniyle izlenemeyen programlar, ertesi hafta tekrar yayınlanıyormuş. bunları da ek bilgi olarak belirteyim.
uğur dündar trt'den istifa ettikten sonra sedat simavi'nin sahibi, çetin emeç'in genel yayın yönetmeni olduğu hürriyet gazetesinden teklif alır ve burada çalışmaya başlar. ilk yazısı 14 temmuz 1986'da yayınlanır. burada da soruşturmacı gazeteciliğe devam eder. kendisi oldukça karizmatik ve popüler, halk tarafından çok sevilen birisidir, gazetenin gücüyle bunu birleştirir ve 2000'e kadar hürriyet gazetesinde çalışmaya devam eder. çetin emeç'ten önemli dersler alır dündar. onun da, kendisi gibi, çalışkan, dürüst ve sözünün eri olması belki de aralarındaki sağlam dostluğun en önemli nedenidir. çetin emeç hakkında uğur dündar şunları söylüyor:
"çetin bey gerçekten mesleğe kendini adamış bir insandı. saat 9'da gelir, dört kat merdiveni adeta zıplayarak çıkardı, asansöre binmezdi. akşam 9- 9.30'dan önce çıktığını görmedim. benim işim erken biterdi çıkabilirdim, ama çetin bey kendisini yalnız hissetmesin diye ışığımı yakar ve odasına gidip geldikçe onu görürdüm. çetin bey de bunun farkındaydı. kimi zaman bana "ya uğur, bugün beni bekleme, git eğlen" derdi. ayrıca, kırıcı denilen, hırçın denilen çetin bey'in bana yüksek sesle bir defa hitap ettiğini bile duymadım. sadece bir kez sitem etti. uluslararası uyuşturucu parası aklayıcısı magaryan kardeşlerin kurye olarak kullandığı hostes ayşe arzu topal'la ilgili ilk haberi ben yapmıştım. arzu topal'ın kocası da ankara'nın efsanevi belediye başkanı mimar merhum vedat dalokay'ın oğluydu. ben haberi yaparken dalokay'ın bu işte hiçbir günahı olmadığını düşünerek "dalokay'ın gelini" şeklinde tanımlamayı gönlüm elvermediği için yazmamıştım. çetin bey o haberde bana, "uğur, ünlü bir insanın gelini olduğunu saklama hakkına sahip değilsin. o bakımdan sana biraz kırıldım." demişti. emeç, onun dışında bir sitem dahi etmemiştir, bana "ben gerçekten çok adam gördüm, ama senin gibi mert delikanlı bir arkadaşım olmadı" derdi. ben de onun bir benzerini görmedim. mesleğine aşık, çok çalışkan, yiğit, sözünün eri bir gazeteciydi."
1988'de cem duna'nın trt genel müdürlüğü'ne getirilmesiyle trt'den yeniden teklif alır dündar. çok sevdiği televizyonculuk özlemine daha fazla dayanamaz ve televizyon yapımcılığına devam eder. "forum (1988-89), yaşadığımız olaylar (88-89), hodri meydan (89-92)" gibi haber-aktüel tarzı programlar yapmaya devam eder. önceki programlarına benzer formatta, yine toplumu ilgilendiren çok çeşitli konuları içeren fakat artık daha çok röportajlarla şekillenen ve biraz daha ciddi, daha çok haber programı formatında ve bazen canlı yapılan programlardır bunlar. vatandaşlarla bürokrat ve siyasilerin bir araya getirildiği açık oturum tarzı programlar da yapılmıştır. dündar yurt dışına giderek global konuları masaya yatırır bazen. 1992'de abd başkanı george bush ile röportaj yapmıştır örneğin. 1990-92 yıllarında hazırladığı "işte hayatınız" programı da ingiltere'de öğrendiği bir formatta ("this is your life") olmuştur: topluma mal olmuş önemli iş adamları, sporcular, sanatçılar, siyasetçiler programda hayat hikayeleriyle konu edilmekte, stüdyoya davet edilmekte, stüdyodaki konukların tepkileri doğrudan kameraya yansıtılmaktadır. vehbi koç, yıldız kenter, ferhan şensoy, adile naşit, necmeddin erbakan bunlardan sadece birkaçıdır. uğur dündar, elindeki fotoğraf albümünü çevirdikçe stüdyoya kişinin hayatında yeri olan arkadaşları davet edilmiş ve programlar izleyiciler tarafından çok beğenilmiştir. 1991 yılında genel seçimler öncesi parti liderlerinin bir araya geldiği açık oturumları sunma gibi zor bir görevin de başarıyla altından kalkmıştır.
1988'de yaşadığımız olaylar programına konu olan altın kaçakçılığıyla ilgili bir bölüm hazırlayan dündar'ın yazısından aynen aktarıyorum:
“80'li yılların ikinci yarısı... o yıllarda altın ithalatının serbest olmamasına karşın kapalıçarşı'da külçe külçe altın satılıyor! mali polis operasyon yaptığında da külçelerin, vatandaşın yastık altındaki altınlarının eritilmesiyle üretildiği söyleniyor. oysa gerçek çok farklı! türkiye üzerinden batı'ya giden uyuşturucu paraları isviçre'de toplanıyor, döviz ve altına çevrilerek aklanıyor! dövizler hayali ihracatın karşılığı olarak resmi yoldan, yani bankalar kanalıyla türkiye'ye indiriliyor. altınlar ise zürih'ten kalkan uçaklarla önce bulgaristan'a, oradan da istanbul'a giden otobüslerin zulalarına (gizli bölme) yerleştirilerek, kapalıçarşı'ya gönderiliyor. döviz ve altın trafiğini, isviçre'de yaşayan lübnan asıllı muhammed şekerci'ye ait schakargo şirketi, bu ülkedeki türk döviz ve altın kaçakçılarıyla işbirliği halinde yürütüyor. bu ünlü türklerden biri de, 'berber yaşar' lakaplı yaşar aktürk. dürüstlüğüyle ünlü mali polis müdürü sadettin tantan'dan aldığım bilgilerle harekete geçiyor ve kamera ekibiyle birlikte isviçre'ye uçuyoruz. o yıllarda çalıştığım hürriyet gazetesinin isviçre temsilcisi erdinç ıspartalı'nın unutulmaz katkılarıyla zürih-sofya-istanbul üçgenindeki karanlık trafiğin peşine düşüyoruz. schakargo'nun önünde çekim yaparken gözaltına alınmamıza rağmen, zürih'ten sofya'ya giden uçağa altın kolilerinin yüklenişine kadar, tüm trafiği görüntülemeyi başarıyoruz. haberlerimiz hürriyet'e manşet oluyor, trt televizyonunda yayınlanan 'olay' programımız da, adı gibi olay yaratıyor. isviçre basınının da harekete geçmesiyle, geleceğin cumhurbaşkanı olarak gösterilen adalet bakanı elizabeth kopp, eşinin schakargo ile ilişkisi nedeniyle istifa etmek zorunda kalıyor. türkiye'de ise adnan kahveci'nin önerisiyle başbakan turgut özal radikal kararlar alıyor, kambiyo rejimini değiştirerek altın ithalatını serbest bırakıyor. böylece isviçre'yi mekan edinen türk altın ve döviz kaçakçıları da birer birer memlekete dönmek zorunda kalıyor. bazıları emekli olup köşelerine çekiliyor, bir bölümü de işlerini, isviçre'nin tüm kara para yollarını tıkayan önlemler alması nedeniyle yasal çerçevede devam ettirmek zorunda kalıyorlar."
1987'de uğur dündar'ın başından geçen ve pkk terörünün insanlık dışı yüzünü anlatan yazısından aynen aktarıyorum (kendisi yaşayan bir tarih, hatta tarih yazan bir kişilik olduğu için aktarmakla tükenmiyor bilgiler):
"merhum turgut özal başbakan... aralarında benim de bulunduğum gazetecilere gap bölgesini, oradaki dev yatırımları gezdiriyor. şanlıurfa'da, atatürk barajı'nda başlayan turumuz, diyarbakır'da sona eriyor. programa göre özal, diyarbakırlılara bir konuşma yapacak ve sonra yaşadığımız şehirlere döneceğiz. miting saati yaklaşırken idil'e bağlı yuvalı köyü'nün pkk baskınına uğradığı ve çok sayıda yurttaşımızın hayatını kaybettiği haberi geliyor. özal ve beraberindekiler hemen helikoptere atlayıp, olay yerine uçuyorlar. ben de son dakikada helikopterlerden birine binmeyi başarıyorum.
köye geldiğimizde korkunç bir durumla karşılaşıyoruz. evler bombalanmış, yakılıp yıkılmış, deyim yerindeyse taş taş üstüne bırakılmamış! bombalardan kurtulan kim varsa kadın, erkek, yaşlı, çocuk demeden kurşuna dizilmiş. her tarafa cesetler saçılmış. hayvanlar, hatta tavuklar bile öldürülmüş!.. evlatlarının cesetleri üzerine kapanmış anaların feryatları gökyüzüne yükselirken, iki özel harekat polisi yanıma geliyor. ellerindeki gazeteye sarılı bir şeyi gösterip “bakar mısın abi?” diyorlar. açıyorum, açıyorum… sonunda ne göreyim? küçük parmağım büyüklüğünde, en fazla birkaç aylık bir bebeğin bombalarla kopmuş ayağı değil mi?.. o ana kadar yay gibi gerilmesine karşın güçlükle tuttuğumuz sinirlerimiz boşalıyor, hıçkırıklarımız ağıtlara karışıyor.
terör cellatlarının olduğu her ülkede analar, yitip giden yavrularının ardından ağıtlar yakar. örneğin, 1982'deki iç savaş sırasında orta amerika ülkelerinden yoksul el salvador'a gitmiştim. uçaktan inip, başkent san salvador'un merkezindeki otelimize gelinceye kadar 7-8 yerde, anaların amerikancı faşist yönetim güçlerince öldürülüp yol kenarına atılmış çocuklarının cesetlerine kapanıp feryat ettiklerini gördüm. birçok terör haberi yapmış bir gazeteci olarak bilirim ki bu cellatlara evlatlarını kurban veren analar, çocuklarına bir an önce kavuşmak için yaşarlar. hiç kuşkusuz babalar, kardeşler, akraba ve dostlar da perişan olurlar ama ana yüreği başkadır. hiç unutmam, bir bayram sabahı terör şehidi astsubay evladının mezarını çiçeklerle süslemeye çalışan bir şehit annesi “canımın parçası yavrum, evladım gitti, yüreğime kor düştü. bu ateş yaşadığım sürece yüreğimi yakıp duracak. ancak onunla buluştuğumda sönecek” demişti!.."
özel kanalların yayına başladığı 1991'den itibaren teklifler alan uğur dündar 1992'de show tv'ye transfer olmuştur, epey yüklü bir ücret de almıştır. ve artık ailesi olarak gördüğü ve çok güvendiği ekibiyle beraber "arena" isimli haber-aktüel programını hazırlamaya başlar. iletişimci prof. dr. haluk şahin, tuncay özkan, mine özbek de bu ekiptedir. ekibin prensip edinmesi gereken en önemli ilkeler dürüstlük, belgesiz hareket etmeme, özel hayatın gizliliği ve teşhir edilmemesi gerektiği olmuştur; bunlardan hiçbir zaman ödün verilmemiştir. abd'de 1968'den beri halen yayında olan, "sixty minutes" ismiyle yayınlanan programa benzer bir formatta planlanan arena, sonraki dönemde tamamen kendine özgü bir televizyon efsanesi halini alır. çarpıcı jenerik müziği ve seslendirme sanatçısı cahit şaher'in etkileyici sesi bu husustaki önemli etmenler olmuştur. her türden usülsüzlüklerin ortaya çıkarıldığı araştırma dosyaları, gündemdeki bazı konularla ilgili yetkin ve konuyla alaka ve tecrübesi bulunan kişilerle röportajlar, çeşitli insan hikayeleri programın omurgasını oluşturmuştur. trt'de hazırladığı programlarda gösterilmesi "sansür" nedeniyle mümkün olmayacak konuları artık rahatça araştırıp inceleyecek ortamı yaratır: rüşvet, yolsuzluk, kaçakçılık, gıda terörü, fuhuş, usülsüzlükler, dolandırıcılıklar, hırsızlıklar, illegal işler, derin şebekeler, suç ağları ve örgütler, yasa dışı bağlantılar arena ekibinin titiz çalışmaları sonucu ortaya çıkarılır ve toplumdan büyük destek görür. gizli kameralar artık kullanılabilir hale gelmiştir, bu sayede problemli bölgeye sızan arena muhabirleri, buralarda aylarca çalışıp kanıt toplamayı becermiştir. arena ekibinde yer almak da kolay değildir. uğur dündar'ın sıkı disipliniyle çalışmaya alışmak gerekecektir. ayrıca doğrudan haberin içinde yer almak, gizli kameralarla çalışmak ve baskınlara gitmek çok riskli işlerdir. pek çok arena elemanı da en az bir kez saldırıya uğramış, tartaklanmış ya da darp edilmiştir. uğur dündar, bu programlarıyla uzun yıllar türkiye'nin en güvenilir ismi olarak hafızalara kazınmıştır. arena'ya aylar geçtikçe rağbet artmış, günde yüzlerce ihbar alan ekibin çalışma temposu da hayli hızlanmıştır. özellikle 90'ların sonuna doğru uğur dündar ismi, at eti kesen kasaptan uyuşturucu kaçakçısına, rüşvet alan memurdan pastanesinde böcek bulunan pastacıya, kısacası usülsüz iş yapan herkeste korku uyandırır olmuştur. böyle bir başarıyı elde etmek basın ve yayıncılık tarihimizde pek kimseye nasip olmamıştır.
1995'te kanal d'ye transfer olur uğur dündar. 1998'e kadar hem arena'nın hem de kanal d haber'in genel yayın yönetmenliğini üstlenir. 2000'de ise cem uzan'ın yüklü teklifiyle star tv'de ana haber sunucusu ve haber müdürü olarak çalışmaya başlar. fakat rahat çalışma ortamı bulamaması, eski patronu aydın doğan'a karşı haberler üretmesinin istenmesi ve mesut yılmaz'ın kardeşi turgut yılmaz'ın "beyaz enerji dosyası"nda 29 kişiyle beraber geçen adını kamuoyuyla paylaştığı gerekçesine dayanan baskıların ardından 2001'de buradan ayrılır ve kendisine ödenen transfer ücretinin üçte ikisini iade eder, kalan üçte birini ise ekibi arasında dağıtır (tazminat verilmeden istifa eden arkadaşları için kendi evini satar dündar.) fakat kendisine karşı sürdürülen baskı devam eder. 2002'de kısa bir süre atv-sabah grubunda çalıştıktan sonra aynı yıl aydın doğan'ın desteği ve ısrarıyla tekrar kanal d'de çalışmaya başlar. 2011'e kadar doğan medyada programlarını ve gazeteciliğini sürdüren uğur dündar (2002-08 kanal d-arena, 2004-08 cnn türk ana haber, 2008-11 star tv-arena, star ana haber) star tv'nin doğan grubundan doğuş grubuna satılmasıyla birlikte star tv'den ayrılır, politik ortam nedeniyle kanal d'de programlar yapmasına sıcak bakılmaz ve ekranlara bir süre veda eder. özellikle ana haber sunuculuğu yaptığı dönemde mehmet ali birand ve ali kırca ile yarış içindedir. birbirleriyle adeta reyting yarışı yaparlar.
1992-2011 arasında arena programında ele aldığı, bunun yanında köşe yazılarında bahsettiği ve büyük ses getiren, okuyup öğrenebildiğim ve izlediğim bazı olay ve programların konuları şunlar:
*1993'te genelkurmay başkanı doğan güreş'le yaşadığı süreçten, ve tüm bunlara rağmen ordu ve askere karşı en ufak bir kin ya da kötülük düşünmeyen uğur dündar'ın kendi yazısından ve meclis komisyonuna anlattıklarından aktararak başlayalım:
"dün bir mektup aldım. diğerlerinden çok farklı, gözyaşları arasında okuduğum bir mektup... satırlar aktıkça o yılların yürek yakan görüntüleri gözlerimin önünden adeta bir film şeridi gibi geçmeye başladı. yıl 1993... tansu çiller başbakan, merhum doğan güreş genelkurmay başkanı. tansu hanım "tak" diye emrediyor, doğan paşa "şak" diye yerine getiriyor! bununla da yetinmeyip, yarısı atatürk, diğer yarısı da tansu çiller olan bir portre yaptırarak tansu hanım'a armağan ediyor!..
ekranların yeni soruşturmacı gazetecilik programı arena, her hafta reyting rekorları kırıyor. günün birinde ekibimize posta ile bir video kaset ulaşıyor. dehşete kapılarak seyrettiğimiz ve fransız televizyoncular tarafından bir yıl önce kaydedildiği anlaşılan kasette, pkk'lı teröristlerin hakkari'deki alan sınır karakolumuza yaptığı baskın ve 20 mehmetçiğin şehit düştüğü katliamın görüntüleri yer alıyor.
kasetin ilk dakikalarında 200 kadar hainin kuzey ırak'taki kampta ağır silahları katırlara yükleyişleri ve karakola tepeden bakan sarp kayalıklara gelişleri yer alıyor. teröristler mevzilenip silahları aşağıda, tepenin bitimindeki çukura inşa edilmiş karakola doğrultuyor. ve sonra çim halı sahalar gibi ışıklandırıldığı için açık hedefe dönüşmüş derme çatma binaya korkunç bir ateş yağmuru başlıyor. yukarıdan yalçın kayalıklardan aşağıya roketleri yağdırmaya başlıyorlar. bir süre sonra ışıklar sönüyor, cephanelik infilak ediyor. türkiye'nin 30 ağustos zaferi'ni kutladığı gece, 20 kınalı kuzu oracıkta şehit düşüyor. daha fazlasını anlatmayayım, yüreğiniz dayanmaz... bu acıyla ekrana çıkıp, terör örgütünün propagandasına alet olmamak için tek kare görüntü göstermeden, genelkurmay başkanı orgeneral doğan güreş'e şöyle sesleniyorum: "sayın paşam, geçmişte terör tehdidi bulunmadığından hudut karakollarımız kaçakçıkla mücadele esas alınarak bu kişilerin geçiş güzergahlarına, yani düzlük alanlara yapılmış. üstelik hiçbiri, ağır silahlara dayanıklı biçimde inşa edilmemiş. çoğunun çatısı sac kaplı! bunca zafiyet yetmiyormuş gibi, bir de ışıklandırılmışlar! bakın sadece geçen yıl derecik'te 28, alan'da 20 ve aktütün karakolu'nda da 25 vatan evladını şehit verdik. lütfen bu karakolları terörle mücadeleye uygun olarak yeniden inşa edin, güçlendirin ve hainlerin mehmetçik'e saldıramadan püskürtülmesi için ne gerekiyorsa bir an önce yapın..."
vay sen misin bunu diyen! doğan güreş, hemen o sırada çalıştığım doğan grubu yetkililerinden hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni ertuğrul özkök'ü arıyor. "ona söyle bir daha böyle bir haber yaparsa divan-ı harp'e veririm" diyor! ertuğrul bey bana bunu söylediğinde "sen de sayın paşama, çanakkale tepelerinde ailemizden iki şehidin yattığını, benim de 24 ay askerlik yaptığımı söyle! ayrıca askerlik çağı geçmeye başlayan oğlunun orduevlerinde keyif çatmak yerine, vakit geçirmeksizin vatani görevine koşmasının mehmetçiğe moral vereceğini hatırlat" diyorum.
ben daha sonra bir belge daha yayınladım, o da şu: bir tarihte batman’da çok sayıda faili meçhul cinayet işlendi ve mecliste bir araştırma komisyonu, soruşturma komisyonu kuruldu. meclis faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonu batman veya şırnak’ta emniyet müdürünün odasında brifing alıyor. emniyet müdürü diyor ki: “il jandarma alay komutanlığının nüfuz bölgesinde bir hizbullah kampı tespit ettik.” yani emniyet müdürü şu imayı yapıyor: “hizbullah, jandarmanın göz yumması sonucunda burada kampta faaliyetine devam ediyor ve bir anlamda da eğitimi devam ediyor, göz yumuluyor” şeklinde bir imada bulunuyor. ben bu ses kasetini ekrana getiriyorum. güreş paşa beni bu nedenle ağır caza mahkemesine veriyor, yargılanıyorum ve beraat ediyorum.
aradan 24 yıl geçtikten sonra dün, yazımın girişinde sözünü ettiğim ve doğan paşa'ya seslenirken ne kadar haklı olduğumu kanıtlayan o mektubu aldım. gözyaşları arasında okuduğum satırları yazan kişi, hainlerin o üç karakol baskını sonrasında, ölümü göze alarak yardım için karakollara koşan mehmetçiklerden biri... kollarıyla taşıdığı şehit arkadaşlarının görüntüleri kendisini öylesine etkilemiş, öylesine korkunç travmalar yaşatmış ki, adına "vietnam sendromu" da denilen "travma sonrası stres bozukluğu" (tssb) hastalığına yakalanmaktan kurtulamamış. terhis edildiği tarihten bu yana doğru dürüst tek gece bile uyuyamamış. evlenemeyen, sürekli bir işte çalışamayan travma mağduru bu yurttaşımız, tedavisi için nereye başvurduysa ilgilenen çıkmamış. hep baştan savılmış! artık yaşamaktan öylesine bezmiş ki "param olsa isviçre'ye gidip ötenazi yaptıracağım" diyor. son bir umutla bana yazdığını belirtiyor. dünden beri ona nasıl yardım edebileceğimi düşünüyor, düşündükçe acılar çekiyorum. kim, nasıl yardım edebilir, onu da bilemiyorum. ama yine de bu çığlığı duyan birinin ses verebileceğini hayal ediyorum. çünkü kendimizi en yenik hissettiğimiz anda bile başarının, uzanıp tutabileceğimiz kadar yakınımızda bizi beklediğini biliyorum!.."
* 1994'te başbakan tansu çiller'in eşi özer çiller'in şirketinin, antalya-beldibi'nde çok değerli kıyı arazisinde daha önce kaçak olarak inşa edilen fakat sonradan orta gelirli aileler için pansiyon haline getirilip işletilmesi kaydıyla tekrar inşa edenlere verilen arazilere, pansiyon yerine lüks otel inşa ettiğinin kanıtlandığı bölüm. olay açığa çıktıktan sonra uğur dündar'ı görüşmeye davet eden özer çiller, uğur dündar'ın "buranın gelirlerini şehit ailelerine bağışlayın" önerisini hoş karşılar. daha önce zübeyde hanım şehit anaları derneği'ni kurup başkanlık etmiş tansu çiller bu işin, derneğin o zamanki başkanı meral akşener'in koordinasyonuyla yapılacağını söyler. meral akşener de otelin tüm gelirlerinin şehit ailelerine bağışlanacağını arena'ya anlatır. fakat otel inşaatı bitirilince bu konuyla ilgili hiçbir şey yapılmaz ve otel başka bir firmaya kiraya verilir. sonraki dönemde kemer mal müdürlüğü dava açarak işletmeyi durdurur ve otel devlete geçer. (meral akşener bu olay karşısında zor durumda kalmış ve çiller'e tepki göstermiştir.)
* zengin sanayici bezmenlerin varisi, oğul halil bezmen'in 20 trilyonluk borçla abd'ye kaçması, arkasında yüzlerce mağdur ve dolandırılmış kişiyi bırakması üzerine uğur dündar abd'ye gider. "devleti kazıkladım" demiştir bezmen. burada, abd yasalarında özel mülkiyete müdahale büyük suç olduğu halde, bezmen'in villasına girer ve kendisiyle konuşmaya çalışır. fakat orada çalışan birisi uğur dündar'a saldırınca arbede çıkar ve uğur dündar polis tarafından gözaltına alınır. kısa bir süre sonra salıverilen dündar, yurda döndüğünde kahraman gibi karşılanır. bezmen'in bir de antika/tarihi eser kaçakçılığı hikayesi vardır. pek çok eseri önceden almış, abd'ye kaçınca da bunları sattırmaya çalışmıştır. bu işle ilişkisi olanlar arasında selim edes ve eşi ile zamanın sosyetik isimlerinden ayşegül tecimer de vardır. asil nadir'le evlenip boşanmış ayşegül tecimer tarihi eserlere olan "düşkünlüğüyle" o dönemler çok konuşulmuştur. 1992'de kaybolan el yazması kuran'lar, izlerinin sürülmesinden sonra 1994'te onun evinin bahçesinde bulunmuş, ayşegül tecimer de hapse mahkum edilmiş ve ardından yurt dışına kaçmıştır.
* emlak bankası genel müdürüyken 1985'te yüz milyon dolar hortumlayıp isviçre'ye kaçan ve burada adeta krallar gibi yaşayan, dönemin pek çok bürokratını, siyasetçisini, iş adamını, askerini, illegal örgüt mensuplarını murat demirel (ki döneminin en büyük "hayali ihracatçısı" olduğunu, devleti trilyonlarca lira dolandırdığını yine uğur dündar ve arena ortaya çıkarmıştır.) ve elia benyeş'in akıl hocalıklarıyla kurduğu paravan şirketlere ve hayali ihracat işlerine sokan kemal horzum'un peşine düşen yeni emlak bankası müdürü bülent şemiler, 1988'de hürriyet gazetesi ekibiyle beraber isviçre'ye giderek horzum'un ve milyonların peşine düşer. uğur dündar ve hürriyet gazetesinin kararlı takibi ve kamuoyu oluşturmasıyla kemal horzum yakalanarak türkiye'ye getirilir fakat horzum ve onunla işbirliği içindekiler o kadar güçlüdür ki horzum kısa süre hapis yattıktan sonra tahliye olur ve adeta bir dokunulmazlık zırhıyla ankara'da rahatça dolaşmaktadır. fakat genç gazeteci uğur dündar, duayen gazeteci çetin emeç'in "fikri takip" ilkesinden ödün vermemesi telkinleriyle konunun üzerinde durmaya devam eder. oluşan kamuoyu baskısıyla horzum ve iki elemanı dokuzar yıl hapis cezası alır. dokunulmazlık zırhı altındaki horzum'u hapse tıktırmak, ısrarlı yayınların sonunda güç bela mümkün olmuştur.
horzum'u araştırma sürecinde uğur dündar'la beraber olan ve 1991'de emlak bankası genel müdürlüğüne getirilecek, tıpkı bülent şemiler gibi turgut özal'ın "prenslerinden" olan engin civan, uğur dündar'a emlak bankası'nın yaptırdığı konutlardan birisini rüşvet olarak teklif eder. uğur dündar ise "gün gelir kemal horzum'un peşine düştüğüm gibi senin de peşine düşerim." diye cevap verir. o zamandan malum olmuş gibi, birkaç sene sonra (bkz: civangate skandalı) ortaya çıkar ve uğur dündar engin civan'ın rüşvet belgelerini ortaya çıkarır. türkiye'nin en sansasyonel olaylarından birisi şöyle gelişmiştir:
selim edes isimli müteahhit, istanbul'daki bir arazideki %30'luk payını emlak bankası'na devreder. emlak bankası da kendi payıyla beraber araziyi toplu konut idaresi'ne satar. civan emlak bankası müdürüyken iddialara göre semra özal'ın telkiniyle edes, civan'a 5 milyon dolar rüşvet karşılığında arazi payının ödemesini hızlandırmasını ister. fakat sözünde durmayan ve genel müdürlükten ayrılan civan'ı edes, sonraki zamanlarda dönemin namlı kabadayılarına şikayet eder, iddialara göre araya özal'ların da girmesiyle civan ve edes bir araya gelir. dündar kılıç bu görüşmede hazır bulunur. civan ısrarla rüşvet almadığını söyler ve "aldığım rüşvetin belgesi var mı" diye sorar. sinirlenen edes "rüşvetin belgesi mi olur pezevenk" der ve ortam gerilir. kısa süre sonra da dündar kılıç'ın damadı olan aladdin çakıcı'nın tetikçisi olduğu düşünülen birisi tarafından kurşunlanır engin civan. ve tüm bu olaylar açığa çıkar, iddialar ortaya atılır. arena ekibi olayı tekrar incelemeye alır ve engin civan'ın 5 milyon doları isviçre'deki bazı bankalara gizli hesaplara yatırdığını belgeleriyle ortaya koyar. "bravo gazeteci" manşetiyle hürriyet'te yayınlanır bu belgeler. davanın seyrini değiştiren bu gelişmeyle engin civan ve sedat edes hapse mahkum edilir. 2,5 yıl hapis yatan engin civan, hapisten çıkar çıkmaz abd'ye kaçar, orada hala yaşamına devam etmektedir. 6 aydan fazla hapis yatan sedat edes de tahliye edildikten sonra abd'ye gider. bu süreçte alaaddin çakıcı'yla bile görüşme yapmıştır uğur dündar.
* naylon faturalar kralı orhan aslıtürk dosyası: 1998'de bir gurbetçinin adına trilyon liralık şirketler kurulduğu ve vergi borcu olduğu gerekçesiyle polis, gurbetçinin pasaportuna el koyar. gurbetçi yıllar önce nüfus cüzdanını kaybetmiş ve cüzdanı ele geçirenler onun adına paravan şirketler kurup naylon faturalar düzenlemiş, hayali ihracatlar yapmış, şirketlerin karaparalarını aklamıştır. fakat gurbetçinin olanlardan haberi olmamıştır, olayı arena'ya ihbar etmesiyle arena ekibi dosyayı alır. araştırmaya başlayan ekip, kısa sürede barbaros holding ve orhan aslıtürk ismine ulaşır. şişli belediye başkanı gülay altığ da bu isimler arasındadır, belediye kasasından milyarlarca lirayı sahte faturalarla bu şirketteki bir şoföre aktarmıştır. orhan aslıtürk'le evlenen gülay altığ, yolsuzluklara ve büyük vurgunlara devam etmiştir. arena ekibinin araştırmaları kısa sürede trilyon liralık vurgunları ortaya çıkarmış, açılan mahkemeler nedeniyle gülay ve orhan aslıtürk yurt dışına kaçmıştır.
* çeçen teröristlerle röportaj: 16 ocak 1996'da istanbul'dan soçi'ye hareket eden yolcu dolu avrasya feribotu, lideri muhammed tokcan olan çeçen teröristler tarafından hareket ettikten kısa süre sonra kaçırılmış ve istanbul boğazı açıklarında bekletilmiştir. teröristler 250 çeçen militanın serbest bırakılmasını istemiş, aksi takdirde gemiyi havaya uçuracaklarını bildirmişlerdir. çok sayıda televizyon da muhammed tokcan'la telefon kanalıyla iletişime geçmeye çalışmış ve sesini dünyaya duyurmuştur. haberi alan uğur dündar, röportaj yapmak için hasta ve ateşler içinde olduğu halde helikoptere binerek geminin üzerine gelmiş ve yaklaşık 5 metreden gemiye atlamıştır. omzundaki bağları yaralanan dündar, gemidekileri ve militanları görüntülemiştir. çeçen militanlar bir de uğur dündar'la hatıra fotoğrafı çektirmiştir. türk televizyonlarının en unutulmaz anlarından biri de bu olayda yaşanmıştır. daha sonra güvenlik güçleriyle anlaşan teröristler, eyleme son vererek teslim olmuştur.
* organ mafyası: birkaç milyon liraya fakir insanlardan aldığı organları milyarlarca lira karşılığında israilli zenginlere satarak para kazanan organ mafyası ve doç.dr. yusuf erçin sönmez'in kurduğu düzen, yine gizli kameralar ve verici görünen arena elemanları tarafından 1997'de ayyuka çıkarılmış, toplumda infial yaratmıştır. arena, bu programla abd'deki saygın iki kuruluştan ödül almıştır. uluslararası kulvarda ilk kez ödül alan program da bu sayede arena olmuştur. dr. frankenstein lakaplı sönmez ise sonraki yıllarda bu işlere devam etmiş, pek çok soruşturmaya adı karışmış, defalarca kez hapse girip çıkmıştır.
* çanakkale şehitliği: çocukluğu çanakkale'de geçen ve o dönemde inşa edilen abide'ye şahitlik eden uğur dündar, 1960'ta abide yapıldıktan sonra kaderine terk edilen ve içler acısı bir hal alan gelibolu yarımadası'nı ve şehitlikleri ekranlara getirmiştir. bakımsızlıktan çürümeye başlamış abide, çöp ve pislik içindeki yarımada, fuhuş ve esrarkeş yuvası haline gelmiş siperler, tabyalar ve özellikle şehit askerlerin toprak yüzeyine çıkan ve köpekler tarafından yenen kemiklerinin tv'de yayınlanmasıyla toplum, olanlara büyük tepki göstermiştir. 1995'te bir yardım kampanyası başlatılmış ve adanın yeniden tarihi milli park olarak düzenlenmesi projesi hayata geçirilmiştir.
* iski'de yolsuzluk ve uğur dündar'ın kaçırdığı dosya: 1993'te, iski genel müdürü ergun göknel, genç bir kadınla ilişkiye başlar ve karısı nurdan erbuğ'a boşanmak istediğini söyler. karısı ise bunu hazmedemez ve boşanırken yüklü bir tazminat alır. ayrıca arena'yı arayarak olayın perde arkasını anlatacağını söyler. fakat uğur dündar'ın "özel hayatın gizliliğini koruyun" ilkesini yanlış yorumlayarak işgüzarlık yapan arena elemanı, kadının ısrarlarına rağmen onu dinlemez ve telefonu kapatır. bunun üzerine başka bir gazeteciyi arayarak durumu anlatan kadın, iski'deki büyük yolsuzluğun açığa çıkmasına vesile olur. şehir sularının klorlaması için yapılan ihaleye yalnızca ismi yukarda da geçen halil bezmen'in şirketi girmektedir, çünkü klor üreten başka bir firma yoktur. dolayısıyla bezmen'in şirketi bu sayede rüşvetler vererek çok büyük paralar kazanmaktadır. klor üreten başka bir firma ısrarla ihaleye sokulmamaktadır. medyanın olayı nurdan erbuğ vasıtasıyla öğrenmesinin ardından soruşturma başlar, ergun göknel hapse mahkum edilir. günlerce medyada yer alan bu süreç, 1994 yerel seçimlerinde shp'nin istanbul'u kaybetmesinde önemli etkenlerden birisi olarak tarihe geçmiştir. böyle bir dosyayı kaçırmanın verdiği öfke ve üzüntüyle uğur dündar, dosyayı kaybetme nedeni olan elemanı arena ekibinden çıkarmıştır.
* ölüm kampı huzurevi: aliye rona'nın da vefat ettiği ve kameralara sık sık övdüğü istanbul'daki sevgi yuvası adlı, beraber yaşayan bir kadın ve doktor olduğunu iddia eden bir erkek tarafından işletilen özel bir huzurevi, uğur dündar'ın dikkatini çeker. 1996'da gelen bir ihbarın ardından huzurevine bakıcı olarak giren bir arena elemanı, bir ay kadar burada çalışır ve insanlığın vicdanına sığmayan, izleyenleri derinden sarsan görüntüleri kaydeder. yaşlılara eziyet edilmekte, dayak atılmakta, cinsel ve duygusal istismar uygulanmaktadır. aç bırakılan yaşlılar bir deri bir kemik kalmıştır. yatalak hastaların tuvalet ihtiyaçları giderilmediği için dışkı içinde yaşamak zorunda bırakılmışlardır. alzheimer hastası, düşkün insanlarla alay edilmekte, onurları rencide edilmektedir. birbirlerine yumruk attırılan yaşlılar toplu şekilde banyoya sokulmakta, burada bir hasta bakıcı fırçayla yıkadığı bir yaşlıyı, hiç utanmadan, "mastürbasyon" diyerek istismar etmektedir. ilaçları verilmeyen ve temel ihtiyaçları bile karşılanmayan hastalar, bakımsızlıklarından yataklarında vefat etmektedir. yatağında hareketsiz halde yatan ve belki de 30 kilograma düşmüş bir erkek yaşlının yanına gelen bir hasta bakıcının "aa ölmüş bu" deyişi gerçekten ibretliktir. 11 hastanın yüksek doz ilaç verilerek öldürüldüğü anlaşılmış, huzurevine polislerle beraber baskın yapan dündar'ı gören sahte doktor, duvarlardan atlayarak kaçmıştır. 2006'da da benzer bir araştırma ortaya koyan dündar, yine aynı bölgede, aydos'ta işletilen huzurevinde benzer görüntüleri ortaya çıkarır.
* susurluk olayı (1996): uğur dündar'ın yazısından aktarıyorum:
"3 kasım 1996, saat 19.25…
izmir yönünden bursa'ya doğru gitmekte olan mercedes marka otomobil, balıkesir'in susurluk ilçesi yakınlarındaki bir petrol istasyonundan çıkan kamyonun altına giriyor.direksiyondaki emniyet müdürü hüseyin kocadağ ile kırmızı bültenle arandığı için mehmet özbay sahte kimliğini kullanan abdullah çatlı ve sevgilisi gonca us, kaza anında hayatlarını kaybediyor. aracın sahibi dyp şanlıurfa milletvekili sedat edip bucak ise yaralı olarak kurtuluyor. kazayı örten esrar perdesi aralandıkça, ortaya türkiye'yi sarsacak bir skandal çıkıyor.
terörle mücadele için oluşturulan emniyet genel müdürlüğü özel harekat dairesi'nde görev yapan bir grup polisin, dönemin muktedir siyasetçileri ile daire başkanı ibrahim şahin'in bilgisi dahilinde mafya bağlantılarına girdiği ve yargısız infazlar yaptığı öne sürülüyor. böylece susurluk'taki kaza ile başlayan adli soruşturma, susurluk çetesi davası'na dönüşüyor. yargılama sonucunda suç örgütü oluşturduğu belirlenen sanıklar, muhtelif hapis cezalarına çarptırılıyorlar. o sırada kanal-d'de haber dairesi başkanlığı yapıyorum. şimdi chp izmir milletvekili olan tuncay özkan da haber müdürlüğü görevini sürdürüyor.
kısaca özetlediğim süreçte, tuncay'la, suç örgütü mensuplarının bağlantılarını ve eylemlerini belgeleyen ödüle değer birçok soruşturmacı gazetecilik örneğine imza atıyoruz. olayların ardındaki gerçekleri ve ilişkileri soruştururken, bu örgütteki özel harekatçı polislerin başlangıçta terörle mücadelede büyük başarı gösterdiklerini, ancak daha sonra çeşitli nedenlerle yoldan çıkarıldıklarını belirliyoruz. kaza öncesinde hiçbirini tanımadığımız ve bize çok kızdıklarını bildiğimiz bu polisler adına üzülüyor ama belgeli haberciliğimize devam ediyoruz."
bu konu üzerine 1 yıldan fazla çalışan arena ekibi, 1998 başlarında susurluk raporu ismiyle başbakanlık teftiş kurulu başkanı kutlu savaş tarafından hazırlanan derleme belgeyi yayınlar ve bu programa başbakan mesut yılmaz da katılır; olayın üzerine gitmeye devam edeceklerini, her ayrıntının ve bağlantının deşifre edileceğini, yeter ki kamuoyu desteğinin devam etmesini istediğini söyler. susurluk çetesi tarafından 90'ların ikinci yarısında uğur dündar'a suikastler planlanır. özel harekat polisi ayhan çarkın, uğur dündar'ın dürüst bir vatan evladı olduğunu düşünür ve aynı görüşteki abdullah çatlı'nın da telkinleriyle kendisine verilen görevi yerine getirmez. yıllar sonra uğur dündar'la arena'da yüzleşecektir. aynı görev verilmiş ve 2005'te suikaste kurban giden eski özel harekat polisi oğuz yorulmaz'ın annesi de uğur dündar için oğluna suikast emri verildiğini arena'da anlatmıştır. uğur dündar 1993'te yaptığı bir programın ardından gümrük mafyasının da ölüm listesine girmiştir. hizbullah'a yapılan operasyonlarda ele geçen bir kasette de, uğur dündar için "katli vacip" fetvası verildiği anlaşılmıştır.
* susurluk çetesinin perde arkasında kumarhanecilerin ve büyük miktarda paranın olduğunu, kumarhanelerle ilgili araştırmalar ve programlar yapan uğur dündar ve arena ekibi henüz susurluk olayı yaşanmadan önce fark etmiştir. konuyla ilgili nedim şener'e ait yazıyı, yakın tarihimiz ve gazetecilik açısından önemli bulduğumdan buraya ekliyorum:
"türkiye’nin 1996 yılında susurluk yakınlarında yaşanan kazayla tanıştığı “mafya-siyasetçi-bürokrat” üçgenindeki karanlık ilişkilerin temeli, “casino” denilen kumarhanelerde atılmıştı. bu gerçeği en yakından bilen kişilerin başında ise, kumarhaneleri türk vatandaşlarına kapatmaya çalışırken yaptığı araştırmalar nedeniyle, uğur dündar geliyordu. kumarhanelerdeki hile tezgâhının masum insanların yuvalarını nasıl yıktığını belgeleyen dündar, ışıltılı “casino”lardaki karanlık oyunları, tüm topluma anlatmaya karar verir. “kumarhanelerin krallığı” için ömer lütfü topal ile yarışan sudi özkan’a ait topkapı’daki olcay otel’deki “casino”nun durumu çok ilginçtir. zira sadece beş yıldızlı otellere “casino” açma ruhsatı verilirken, sudi özkan’ın üç yıldızlı oteli olcay otel’e kumarhane izni verilmiştir. iddiaya göre bu izin, dönemin önde gelen bir siyasetçisine götürülen çanta dolusu dolarların karşılığında alınmıştır...
dündar, rüşvet çarkının kumarhane dünyasında nasıl ayakta durduğunu, gazinocular kralı olarak ün yapan fahrettin aslan’ın ağzından dinler. dündar o görüşmeyi şöyle anlatıyor: "bir gün fahrettin aslan’la the marmara oteli’nin altındaki kafede oturuyoruz. masada bu âlemi yakından tanıyan bir kişi daha var. fahrettin aslan, oteldeki “casino”ya ruhsat alabilmek için dönemin turizm bakanına, bir bond çanta dolusu doları, bizzat kendisinin götürdüğünü anlattı. levent’teki evin içindeki tüm ayrıntıları teker teker söyledi. sözlerini “bu parayı almadan ruhsatı kesinlikle vermiyordu!” diyerek noktaladı. fahrettin aslan yaşamını yitirdi, ama bu konuşmalara tanık olan kişi sapasağlam hayatta!" uğur dündar, itiraflarıyla toplumu sarsacak kişiyi bulmakta da zorlanmaz. sudi özkan’ın sahibi olduğu olcay otel’de çalışan bir teknisyen, “tek kollu” makinelerin elektronik beyinleriyle oynayarak bunları sadece patrona kazandırabilecek hale getirdiğini kamera önünde anlatır... ayrıca anlattıklarını “tek kollu” kumar makinelerinde uygulamalı olarak gösterir. bunlara ilaveten kumarhanelerde kazanmanın mümkün olduğu izlenimi yaratmak için, zaman zaman seçilmiş kişilere paraları kazandırdıklarını söyler. dündar’ın araştırması, “casino” dünyasının hilelerle dopdolu olduğunu, en ufak kuşkuya yer vermeyecek şekilde gözler önüne sermiştir...
toplumu derinden sarsan trajik olay ise antalya lara’daki ofo otel kumarhanesinin önünde yaşanır. “arena”ya ulaşan bir kasette, her şeyini bu kumarhanede kaybetmiş bir kurbanın, şakağına sıktığı kurşunla intihar edişinin görüntüsü vardır. bu acı, yürek yakan olayın en düşündürücü yanı, kumarhane girişinde, yaklaşık yarım saat şakağına dayadığı tabancayla duran kurbana, bu kararından vazgeçmesi için hiçbir ciddi müdahalenin yapılmamasıdır. kurban kurtarılamamış, ancak kumarhaneyi işletenler, olay nedeniyle polisiye soruşturma geçirmedikleri için yargı önünde hesap vermekten kurtulmuşlardır!.. “arena”da ekrana getirilen görüntüler bu acı olayla sınırlı kalmaz. dündar ve ekibi, kumar borcu yüzünden ömer lütfü topal’ın adamları tarafından işkence yapılarak kolu bacağı kırılan insanları ekrana getirir. kumarhanelerde kazanç sınırsızdır, ama sadece patronlar için! üstelik bu sınırsız kazançla sağlanan paralar maliye’den de kaçırılmakta, devlete “devede kulak” kabilinden vergi ödenmektedir. uğur dündar, inanılmaz oranda kara paranın döndüğü kumarhanelerdeki “derin ilişkilerle” o dönemde karşılaşır. o ilişkiler 1996 yılında “susurluk çetesi” ifadesiyle hafızalara kazınacaktır. bir süre önce, istanbul çevresinde işlenen faili meçhul cinayetler zincirine bir halka daha eklenmiştir ve kumarhaneler kralı olarak ünlenen ömer lütfü topal evine girerken kalaşnikov silahlarla taranarak öldürülmüştür. o sırada istanbul emniyet müdürü olan kemal yazıcıoğlu bir ihbar üzerine, iki özel harekât polisinin yanı sıra sami hoştan ve ali fevzi bir adlı kumarhane sahiplerini de gözaltına aldırır. muhbir, bu kişilerin, “topal cinayeti” zanlıları olduğunu iddia eder. bir gece boyunca asayiş şube’de sorgulanan zanlılar, ertesi sabah ifadeleri bile alınmadan, istanbul çıkışında özel harekât dairesi başkanı ibrahim şahin’in adamlarına teslim edilir. aslında bu olay, susurluk çetesi’nin ilk işaret fişeğidir. nitekim daha sonra susurluk’ta meydana gelen kazayla bu çete bağlantıları gün ışığına çıkacaktır. zanlıların serbest kalışından birkaç gün sonra, kanal d haber merkezi’nin polis muhabiri emin demirel, dündar’a, “abi sana çok önemli bir bilgi vereceğim!” der. “abi bu adamlar gözaltındayken senden bahsetmişler!..” dündar şaşırır; “peki neden?” diye sorar. “sorguyu ‘avcı’ lakaplı şentürk demiral yapmış. bunlar sıkışınca ‘uğur dündar’ın ölüm emri de bize geldi!’ demişler. ifadeleri alınmamış, ama konuşmalarını teybe kaydetmişler.” dündar şoke olur. çünkü aylar önce “arena”ya yapılan ihbardaki “uğur dündar’ın infazı için özel harekâtçılara emir verildi!” iddiası bu bilgiyle örtüşür. hemen istanbul emniyet müdürü yazıcıoğlu’nun makamına gider. yazıcıoğlu “evet, elimizde böyle bir kaset var!” der. ardından başbakan mesut yılmaz’la görüşür. mesut yılmaz da kasetin varlığını doğrular. bu olaylar yaşanırken, milli istihbarat teşkilatı (mit) yetkililerinden mehmet eymür’ün de bu grubu takip ettirdiği anlaşılır! derken susurluk’ta bilinen kaza olur. ilk bakışta sıradan gibi görünen mercedes otomobille bir kamyonun çarpışması, büyük bir skandalı da peşi sıra getirecektir... kazadan yaklaşık bir saat sonra dündar’a bir haber kaynağından telefon gelir. susurluk’taki kazayı yapan mercedes’in içinde abdullah çatlı, sevgilisi, istanbul emniyet müdür yardımcısı hüseyin kocadağ, şanlıurfa dyp milletvekili sedat bucak vardır.
kumarhane gerçeğinin arkasında gizlenmiş karanlık susurluk çetesi böylece gün ışığına çıkar. çete üyeleri arasında topal cinayetinin zanlıları olarak gözaltında bir gece kaldıktan sonra serbest bırakılan ve "uğur dündar’ın ölüm emri de bize verildi!" diyen kişiler de vardır. ülkenin kaderini elinde tutan "iktidarın" bir gazeteci için ölüm emri vereceğine inanmak çok zor. ancak 2009 yılında “arena” programının konuğu olan ve susurluk davası’nda çete üyesi olmaktan yargılanıp hüküm giyen eski özel harekât polisi ayhan çarkın, uğur dündar’ın ve milyonlarca televizyon seyircisinin gözünün içine bakarak şunları söyler: “doğruydu, sizin hakkınızda ölüm emri vardı. ama abdullah çatlı, ‘uğur dündar vatanını milletini seven dürüst bir adamdır. bu emri uygulamam’ dedi.” gelin de şoke olmayın! susurluk silahlarının peşinde uğur dündar, susurluk silahları olarak anılan kayıp silahları türkiye’ye getiren ertaç tinar’a ait haspro şirketini örten esrar perdesini kaldırmak için isviçre’ye gider. ve ertaç tinar’ın kurduğu rüşvet çarkında bir dönem “kara kutu”luk yapmış, onun muhasebe işlerini yürüten kişiye ulaşır. bu kişi tinar’ın türkiye’deki işlerini rüşvetle bitirdiğini ve kimlere ne kadar rüşvet dağıttığını tek tek anlatır... dündar bununla da yetinmez, cebinden parasını verip bu kişiyi türkiye’ye getirir. başbakanlık teftiş kurulu başkanı kutlu savaş’ın karşısına oturtur. o süreçte susurluk çetesi tarafından öldürüldüğü öne sürülen ancak cesedi bugüne kadar bulunamayan mit ve emniyet’le çalışmış, yeraltı dünyasına yakın bir isim olan tarık ümit’in esrarengiz kayboluşunun ardındaki gerçeklerle de ilgilenir. “arena”ya, tarık ümit’in cesedinin, çatalca yakınlarındaki bir çiftliğe gömüldüğü ihbarının gelmesi üzerine, durumu savcılığa bildirerek kazılar yaptırır. tam bu sırada, birçok faili meçhul cinayeti işlediği öne sürülen susurluk çetesi’nin kilit ismi, yeşil kod adlı mahmut yıldırım’ın, ankara’da bir askeri birlikte saklandığına dair çok ciddi bir ihbar alır. bu ihbarı hemen başbakan mesut yılmaz’a aktarır, ama sonuç çıkmaz."
* dolmabahçe sarayı: 1998'de arena ekibine gelen bir ihbar mektubu, dolmabahçe sarayı'ndaki tarihi eserlerin, eşyaların ve hatıratların berbat bir halde olduğunu anlatıyordu. bunun üzerine saraya yeni atanan müdür savaş savcı'ya ulaşan uğur dündar, tbmm başkanı hikmet çetin'in izniyle sarayın içler acısı halini görüntülemek için saraya gider. bodrum kata indiklerinde ağır bir küf kokusuyla karşılaşan ekip, paha biçilemez fakat gemiler gelip geçtikçe paramparça olmuş porselenleri görünce kahrolur. altın varaklı süslemeli eşyalar, döşemeler, mobilyalar, kumaşlar, belgeler, hepsi nem ve küf yüzünden çürümüştür. atatürk'ün taşındığı tabut da aynı haldedir. atatürk'ün son günlerini geçirdiği odanın yanı başındaki asansör de kullanılmaz haldedir. bu programın ardından saray derhal restorasyona alınmış, tüm eşyaların envanteri çıkarılarak korumaya altına alınması sağlanmıştır. sadece dolmabahçe değil, diğer pek çok saray ve tarihi eser de bu programdan sonra oluşan duyarlılık sayesinde bir nebze olsun hak ettiği yere kavuşmuştur. 1999'daki bir programda ise topkapı sarayı'ndaki paha biçilemez eserler için yetersiz önlemler alındığı gösterilmiş, bu programdan birkaç ay sonra ise el yazması bir kur'an çalınmıştır.
* 1998'de patlak veren "türkbank yolsuzluğu": bu skandal; siyasetçi, mafya, iş adamı ve bürokrat dörtlüsü arasındaki karanlık çıkar ilişkilerini gözler önüne sermiş, dönemin hükümetinin düşmesine de sebep olmuştur. anap genel başkanı ve başbakan mesut yılmaz skandal nedeniyle koltuğunu yitirmiştir. yolsuzluğun kilit ismi müteahhit korkmaz yiğit'tir. yiğit, suç örgütü lideri alaattin çakıcı'nın tehdit etmesi nedeniyle birçok iş adamının giremediği ihaleyle, türkbank'ı satın alır. başbakan mesut yılmaz'ın açık desteğini sağlayan ve ısrarla çakıcı ile bir bağlantısının olmadığını söyleyen korkmaz yiğit, medyada hızla büyümeye başlar. işte o günlerde korkmaz yiğit, çok yüksek transfer ücretleriyle ünlü gazeteci ve televizyonculara birlikte çalışma teklifleri götürür ve birçoğunu da ikna eder. korkmaz yiğit'in çalışmak istediği kişlerin başında ise uğur dündar gelmektedir. diş muayenehanesinde "rastlaştığı" uğur dündar'a kendisini ve işlerini tanıtan yiğit, kısa bir süre sonra uğur dündar'ı arar. kent tv'yi satın aldığını ve dündar'ın yakından tanıdığı aydın özdalga ile çalışmak istediğini söyler. dündar adamına kefil olur. kanal d'de başarılı işler yapmış yüksel eroğlu'yu da transfer ve kanala ortak eden, ardından kanal 6'yı da satın alan yiğit, uğur dündar'a "5 milyon dolar transfer ve ayda 250 bin dolar" maaş teklif eder. haluk şahin ve tuncay özkan için de söz alan dündar, yiğit'in çakıcı'yla ilişkisi olduğu söylentilerini doğrudan müstakbel patronuna yöneltir ve "kesinlikle hayır, böyle bir şey yok, tanımıyorum" cevabını alır. bu iddianın kesinliği için mesut yılmaz'a dahi ulaşan dündar, yine de böyle bir ilişki olmadığına dair cevap alır. kendisine güvenenleri hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmayan ve yarı yolda bırakmayan dündar, patronu olan aydın doğan'a giderek böyle bir tekliften bahseder ve kabul etmeyi düşündüğü söyler. daha önceden dündar'a teklif yapıldığını ikili oynayanlar sayesinde öğrenen ve bunu dündar'a yansıtan doğan; kırıldığını, gidecekse de bari adam götürmemesini söyler, henüz medyaya yansımamış çakıcı-yiğit görüşmelerinden de bahseder. bunun üzerine dündar, yiğit'in devasa teklifini ısrarlarına rağmen reddettiğini bildirir. on, on beş gün sonra da çakıcı-yiğit ilişkisi ses kayıtları aracılığıyla gündeme bomba gibi düşer, yolsuzluk ortaya çıkar, yiğit gözaltına alınır ve tutuklanır. olayların ardından hükümet ortakları mesut yılmaz ve deniz baykal'ı "düello"ya davet eden dündar'ın yönettiği, 4 saat süren ve izlenme rekorları kıran arena'da baykal chp'nin, dışardan desteklediği hükümetten çekileceğini açıklar. ardından mecliste verilen gensoru ile 55. (anasol-d) hükümeti iktidardan düşer. fakat bu arada aydın doğan'ın uğur dündar'a kırgınlığı devam etmektedir. kendisine soğuk davranıldığını anlayan dündar, doğan holding yönetim kurulu başkanı mehmet ali yalçındağ ile görüşür, ana haberi sunma teklifini, gerekli şartlar sağlanmadığı için kabul etmez ve kanal d haber genel yayın yönetmenliğini bırakır. yalnızca arena ile ilgilenmeye devam eder.
* otoban kızları: arena'nın 98-99 sezonundaki en ilginç bölümlerinden biri de bu konunun işlendiği bölüm olmuştur. özellikle aids'in gündem olduğu o dönemde yol kenarına hayat kadını kılığına bürünüp çıkan arena elemanı, kenara yanaşan kamyon şoförlerine aids olduğunu söyler ve tarifesini söyler. yanaşanların %90'ı şu cevapları verir: "atın ölümü arpadan olsun, senin için göze alırım, bize bişey olmaz abicim, daha önce de yattım aids'liyle bişey olmadı, okunduk biz, ölüm allah'ın emri..."
* her şeyi sahte doktor çift: 1999'da arena ekibine artvin'de çalışan ve isveç upsala üniversitesi'nden mezun olduğunu söyleyen, çocuğu olmayan çiftlere özel ilaç vererek, muska yazarak, üfleyerek çocuk yapmalarını sağladıklarını iddia eden karı-koca doktor çift olduğu ihbarı gelir. olayı araştıran ekip de para karşılığında ilaç alır bu çiftten. arena ekibi çifti incelemeye alır ve sağlık bakanı osman durmuş'a kadar gider. araştırma derinleştikçe filmleri aratmayan gerçekler ortaya çıkar. ikisinin de isveç'le bir alakası yoktur, diplomalarına göre 1996 hacettepe tıp mezunu olarak görünürler. tuhaf olansa, ikisinin de ne hacettepe'yle ne de doktorlukla ilgisi vardır. yalçın demirci isimli kişi, sahte diplomayla doktorluk yapmaktadır. araştırıldıkça 1991'de ankara numune hastanesi'ne de sahte açıköğretim diplomasıyla müdür yardımcısı olduğu, burada terfi almak için sahte yabancı dil sınav belgesi düzenlerken yakalandığı ve artvin'e sürüldüğü, burada da sahte diplomayla doktorluk (daha doğrusu üfürükçülük) yaptığı; hepsinden öncesinde ise gazi üniversitesi mühendislik fakültesi yazan sahte diplomayla, refah partili bir meclis üyesinin torpiliyle aşti'de işe girdiği ortaya çıkar. ilkokul mezunu karısı fatma demirci'ye de sahte diploma yapan yalçın demirci, izleyenlere pes dedirtmiştir.
* kızılay'da büyük yolsuzluk ve usülsüzlük: arena'nın en çok ses getiren bölümlerinden birisi de bu olmuştur. 1999 marmara depremi'nden sonra pek çok kez ihmalleriyle gündeme gelen kızılay'daki yolsuzlukları, usülsüzlükleri, çürümeye terk edilmiş ve hiç kullanılmamış malzemeleri gözler önüne seren bölümün ardından kızılay başkanı kemal demir görevden alınmış ve yerine yüksel bozer getirilmiştir. kışlık çadır ihalesi yapıldığı halde yazlık çadır üreten ve iplikten bile çalan firmalar ve verdikleri rüşvetler, deprem anında derhal kullanılması gerekirken depolarda bekletilen ve çürüyen malzemeler, avrupa'dan gelen yardımlar içinde 1939 erzincan depreminde bile gönderilen fakat hiç kullanılmamış tıbbi aletler, ilaçlar izleyenlerin ve çadırkentlerde yaşamaya çalışan yüz binlerce depremzedenin yüreğini sızlatmıştır.
* "karabatak" abdullah argun çetin: 1994'ten beri arena ekibi'ne ve diğer basına aklına estikçe ulaşarak susurluk'tan uğur mumcu ve bahriye üçok suikastlerine, bakü katliamından sultanahmet patlamasına kadar pek çok suçu üstlenen, para karşılığında önemli bilgiler vereceğini, "türk intikam tugayı" ve jitem tarafından özel olarak yetiştirildiğini anlatan, aslında şizotipal kişilik bozukluğu hastası olan fakat bu yalanlarına inanacak birilerini hep bulan ve defalarca kez gündeme gelen abdullah argun çetin isimli şahıs; güya başbakan mesut yılmaz ve ailesi ile cavit çağlar'a dönemin aranan ve halen bulunamamış, akıbeti bilinmeyen mit ajanı, kontrgerilla, susurluk dosyalarında, failimeçhul cinayetlerde tetikçi olarak adı geçen "yeşil" kod adlı mahmut yıldırım'ın planladığı suikastleri gerçekleştirecektir. kendisinin anlattıklarına kapılan bazı sözümona "hızlı" devlet görevlileri, onu ciddiye alarak yeşil'e ulaşması için, romanya'da olduğunu söylediği yeşil'i bulmaya romanya'ya gönderirler, o kadar inanmışlardır ki yeşil'i yakalayacakları hevesi gözlerini kör etmiştir adeta. uydurduklarıyla bir süre daha idare eden karabatak, "yeşil polonya'ya kaçtı, ben de onun yanına gitmeliyim" deyince zaten kuşkulanan ankara, türkiye'ye dönünce onu cezaevi'ne atar. tüm bu yalanlarına ve sorunlu psikolojisine rağmen uğur mumcu suikastinin sorumlusu olarak idam talebiyle yargılanır. tbmm susurluk araştırma komisyonu üyesi fikri sağlar bile, zamanında onun dediklerine inanıp uğur mumcu suikastindeki kilit isim olduğunu düşünerek onu komisyona çıkarmış, komisyondakiler ifadelerindeki saçmalıkları fark edince onu kovmuşlardır. karabatak idam talebiyle yargılanırken içişleri bakanı saadettin tantan'ın emriyle, aşırı dinci terör örgütlerine yapılan "umut operasyonları"nda suikastle ilgili iki ayrı örgütten üç isme daha ulaşılmış, yüzleştirmeler sonucunda bunlardan aynı örgütten olan ikisinin karabatak gibi sahte suikastçi olduğu anlaşılmış; ferhan özmen ve iki arkadaşı uğur mumcu'yla beraber ahmet taner kışlalı, muammer aksoy, bahriye üçok ve diğer pek çok suikasti yaptıklarını kabul etmiştir. ilginç olansa zaman zaman su yüzüne çıkarak karabatak lakabı yakıştırılan bir meczubun, psikiyatrik rahatsızlıklarının anlaşılmadan üst düzey yetkililerce bile ciddiye alınması ve adının kamuoyunu derinden sarsan uğur mumcu suikastine karıştırılarak soruşturmanın sulandırılmasıdır.
*2002'de erken genel seçimler öncesinde barajı geçmesine kesin gözüyle bakılan akp ve chp'nin genel başkanlarıyla yapılan açık oturumu yönetmiştir. bu da recep tayyip erdoğan'ın katıldığı, başka bir siyasi liderin olduğu ilk ve son açık oturum olarak tarihe geçmiştir.
* tekirdağ'da tuğla fabrikalarında çalışan çocuk işçiler: 2005'te gelen bir ihbar üzerine incelemeye koyulan arena ekibi, doğu ve güneydoğu anadolu'dan para vaadiyle ailelerinden alınıp tuğla fabrikalarında, son derece kötü koşullarda çalışmaya mahkum edilen çocuk işçileri ortaya çıkarır. çalışma bakanlığı müfettişleriyle fabrikaya baskına giden dündar'a, savcının emriyle geldiğini söyleyen jandarmalar müdahale etmeye çalışır. "görüntüleri alamazsınız, hadi beni tutuklayın" diyen dündar'a çaresizce tepki gösteremez artık jandarmalar. birkaç saat gözaltında tutulur arena ekibi.
* kot taşlama işçilerinin hazin akıbeti, silikozis: 2006'da arena'da yayınlanan bir bölüm, merdivenaltı kot taşlama atölyelerinde sadece birkaç sene çalışan işçilerin bile akciğerlerinde geri döndürülemez hasarların oluştuğunu, pek çoğunun yatağa ve oksijen cihazlarına bağımlı hale geldiğini göstermiş ve dünya tıp literatürüne türkiye'den geçecek "kot taşlamaya bağlı silikozis" hastalığını anlatmıştır. çok basit önlemlerle bile sürekli ve yoğun şekilde kuma maruz kalarak akciğerlerinin kumla dolması önlenebilecek, sağlık ve sosyal güvencesi olmayan kaçak işçilerin çektiği zorluklar da iş güvenliği konusunu gündeme getirmiştir.
* kuş gribi ve halkın adamı uğur dündar: 2006'da patlak veren kuş gribi salgınından sonra yüz binlerce tavuk ve kümes hayvanı itlaf edilmiştir. ayrıca vatandaşlar tavuk eti ve yumurta tüketmemeye başlamıştır. tavuk üreticileri birliği uğur dündar'a giderek "uğur bey, bizim kümeslerimizdeki tavuklara hastalığın bulaşması mümkün değil, gelin bunu denetleyin, halkımıza gösterin, böylece insanlar en ucuz protein kaynağından mahrum kalmamış olacaklar" deyince objektif görev adamı uğur dündar, tavuk üretim merkezlerini denetler ve kamera karşısına geçerek buraların güvenli ve sağlıklı olduğunu, vatandaşlarımızın tavuk etini ve yumurtayı gönül rahatlığıyla tüketebileceğini söyler. yayının ardından neredeyse sıfıra inmiş tavuk eti satışları tekrar yükselmeye başlar ve kısa zamanda eski rakamlara ulaşılır. bu bile uğur dündar'ın halkın gözünde ne kadar güvenilir olduğunu göstermektedir.
* uğur dündar'ın programlarında temas etmediği neredeyse hiçbir sorun ve gündem kalmamıştır. arena ekibi yoğun çalışmalarla ulaşılamaz denilen pek çok belge, bilgi, doküman, görüntü, ses ve içeriğe ulaşarak yargı makamı için gerekli olan kanıtları toplayarak büyük işlere imza atmıştır. dündar, bazı dönemler yüzeysel konularla uğraşarak perde arkasındaki olayların gündem dışında kalmasına neden olduğu ve halkı oyaladığı şeklinde eleştirilere maruz kalmıştır. fakat bu eleştirilerin taraflı olduğu ve gerçeği yansıtmadığı aşikardır. çünkü en etkili iletişim ve haberleşme aracının televizyon ve gazete olduğu döneminde yaptığı her program ses getirmiş ve bugün bile hayatta olan bazı toplumsal duyarlılık ve farkındalıkların doğmasına vesile olmuştur. ayrıca onlarca rüşvet, hortumculuk, dolandırıcılık tezgahını meydana dökmüş, sadece bu çabalarıyla bile ismini türk toplumunun belleğine altın harflerle yazdırmıştır.
* "tarafsızlık timsali" olarak görülen dündar, 2007'de chp'li kemal kılıçdaroğlu ve akp'li dengir mir mehmet fırat arasında tbmm'de gerçekleşen "düello"yu yönetmiştir. fırat, yolsuzluk yaptığının ve uyuşturucu ticaretiyle uğraştığının belgeleri olduğunu iddia eden kılıçdaroğlu'nu kameralar önünde tartışmaya davet etmiştir. 2008'de de benzer bir tartışma, aski'de yolsuzluk yapıldığını iddia eden kılıçdaroğlu ve ankara büyükşehir belediye başkanı melih gökçek arasında yapılmıştır, bunu da uğur dündar yönetmiştir. fakat melih gökçek tartışmada kendisine söz verilmediğini iddia edip sinirlenmiş, kurallara uymayarak yayını terk etmiş ve birkaç gün sonra katıldığı bir programda uğur dündar hakkında "ona türkiye'yi dar edeceğim" şeklinde sözler sarf etmiştir. uğur dündar ise daha önce çok kez tehdit edildiğini, korkmadığını ve susmayacağını söylemiştir.
650'den fazla bölümden oluşan, özellikle 90'lı yıllarda ve 2000'lerin başında yayınlandığı gün reyting şampiyonu olan, gerçek bir televizyon efsanesi arena, 19. sezonunda 24 ekim 2011'de ekranlara veda etmiştir. özellikle son birkaç sezonunda genelde gündemle ilgili röportajlara yer veren ve gazeteci nedim şener'in de uğur dündar'a eşlik ettiği program, yine o dönemde her kesimden neredeyse tüm tanıdık simalarla röportajlar yaparak niteliğini korumuştur. uğur dündar'ın uzun yıllar beraber çalıştığı yılmaz özdil'in şu sözü, aslında uğur dündar'ı ve hayatını özetler niteliktedir: "bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen bir toplumda, hepimizin düşmanı o yılanlara dokunarak bizim adımıza mücadele vermiştir."
2007'de başlayan ve 2017'de tüm sanıkların beraat ettiği ergenekon davalarının dosyalarında adı birçok kez geçen uğur dündar, 2012'de tbmm 28 şubat'ı araştırma komisyonu için -doğrudan dile getirilmese de, o dönemde refah-yol hükümetini illegal tarikatlar üzerine yaptığı araştırma ve programlarla; ayrıca kamuoyunda "andıç" olarak bilinen ve hürriyet ve sabah gazetelerince, 1998’de yakalanan terör örgütü ele başlarından şemdin sakık’ın ifadelerine dayandırılarak bazı refah partililerin, gazetecilerin ve sivil toplum kuruluşu yöneticilerinin para karşılığında pkk ile işbirliği yaptığı iddiasıyla onları hedef gösteren ve sonradan hem şemdin sakık tarafından yalanlanan hem de araştırmalar ve alınan ifadeler sonucunda ordu içindeki bazı üst rütbeli askerlerin bu yalan ifadeleri ürettiği ortaya çıkan haberleri programında yayınlayarak yıprattığı ithamı altında (ki kendisinin andıç'ın medyaya servis edilmesi ya da ilk kez duyurulmasıyla ilgisi yoktur, akşam saatlerine doğru genelkurmay'dan gelen tutanaklar yine o saatlerde hazırlanan sabah ve hürriyet'in taşra baskısında yer almış ve ilk kez bu iki gazete tarafından duyurulmuş. dündar'ın genel yayın yönetmeni olduğu kanal d haber'de de bunlara -teyit edilmeden- yer vermiş. dündar, yakalandıktan sonra sırrı sakık'la görüşmeyi istemiş- fakat yıllar boyunca buna izin çıkmamış. ifadelerin sahte olduğunun anlaşılması üzerine uğur dündar üzüntüsünü belirtmiş.) konuk olarak bilgiler vermiştir ve yakın tarihimiz açısından belge niteliğindeki şu sözleri sarf etmiştir:
"sayın başkan, sayın üyeler; huzurunuzda kendi isteğimle bulunuyorum. çalışmalarınızın demokrasimizin gelişimine ve basın özgürlüğünün önündeki engellerin kalkmasına katkıda bulunmasını diliyorum. yarım asra yaklaşan ve genellikle televizyonda sürdürdüğüm gazetecilik hayatımda, 12 mart 1971 muhtırası, 12 eylül 1980 darbesi, 28 şubat süreci ve "27 nisan e- muhtırası"na tanıklık ettim. habercilik yaşamımda hiçbir patron veya meslek dışı güçten emir ve talimat almadım, evrensel meslek ilkelerimizin dışındaki hiçbir gücün önünde eğilip bükülmedim. sadece ve sadece toplumun bilgi edinme ve gerçekleri öğrenme hakkına hizmet ettim. bu nedenle, bilgisine başvurulan bazı gazeteciler gibi pişmanlıklar ve aldatılmışlıklardan söz ederek günah çıkartmama neden olacak bir ahlaksızlığın içinde de bilerek bulunmadım. kaldı ki hukuk devletlerinde haber ve yorum yoluyla insanların kişilik haklarına saldırılması, yalan ve iftiralarla itibarsızlaştırılması durumunda, mağdurların bunu yapanlardan yargı önünde ceza ve tazminat davalarıyla hesap sorma hakkı mevcuttur. yayınlandığı tarihlerde hiçbir kovuşturmaya uğramamış, ceza ve tazminat davası açılmamış, açılsa bile beraatla sonuçlanmış haberlerin aradan yıllar geçtikten sonra "bu haberi niçin yaptınız?" şeklindeki sorularla gündeme getirilmesi bunu yapanları kolaylıkla basın özgürlüğünü sorgulama yanlışlığına götürür. zira bugünün koşulları ve atmosferinden bakarak yıllar öncesinde kalmış bazı yayınları gerçekçi ve doğru biçimde değerlendirebilmek son derece zordur. kaldı ki ülkemizde basın özgürlüğü bugün itibarıyla, maalesef bırakın çağdaş, demokratik hukuk devletleriyle aynı çizgide olmayı, bir zamanlar ironiyle söz ettiğimiz kabile devletleri ve muz cumhuriyetlerinin bile gerisine düşmüş durumdadır.
modern gazeteciliğin babası sayılan ingiliz medya patronu lord northcliff, "güç odaklarının bir yerlerde örtbas etmeye çalıştıkları şey haber, gerisi reklamdır." der. nortchcliff, bu doğru tanımı, sağlam temellere oturmuş, demokratik kültürün sokaktaki sıradan insan tarafından bile içselleştirildiği çağdaş demokrasiler için yapmıştır. oysa bizim gibi gelişmekte olan ve demokrasisi kesintiye uğramış ülkelerde bunları söylemek kolay ama ödün vermeden uygulamak çok zordur. evrensel meslek ilkelerine sıkı sıkıya sarılmanın bedeli ağırdır, hele bizler gibi soruşturmacı gazetecilik yapma sevdasında olan gazeteciler için çok daha ağırdır. öylesine ağırdır ki, türkiye benzeri ülkelerde soruşturmacı gazeteciler bunun bedelini bazen hayatlarıyla öderler. akıl almaz iftiralara uğramak, yaftalanmak ve baskıyla işini kaybetmek ise soruşturmacı gazeteciler için âdeta günlük spor haline gelir, tıpkı günümüzün türkiye'sinde olduğu gibi! türkiye’de soruşturmacı gazeteci, lord northcliff'in tanımı doğrultusunda gerçeklerin üstündeki örtüyü kaldırıp, altındaki gerçeği olduğu gibi topluma yansıtmak istediğinde, bu gerçeğin bilinmesini istemeyen gücün hışmına uğrar. nitekim, meslek yaşamımda, gelmiş geçmiş tüm iktidarların ve üzerine gittiğim güç odaklarının hışmına ve iftiralarına uğradım. suçum, iktidarların ve güç odaklarının istediğini yapmamak, tam tersine halka gerçekleri göstermekte ısrar etmemdi. kimi zaman işsiz kaldım, kimi zaman cinayet çetelerinin "öldürülecekler" listesinde yer aldım...
...hemen belirteyim, 28 şubat süreci olarak bilinen dönemde sadece yolsuzluk haberlerinin peşinden koşmadım. muhafazakâr ve mütedeyyin insanlarımızın dinî duygularını sömüren ve başbakan tayyip erdoğan’ın bana “dinden beslenenler” deyimiyle tanımladığı din bezirgânlarıyla ilgili haberler de yaptım. bunları ekrana getirirken hiç kimseden bir telkin, öneri veya emir almadım. o günlerin görünen gerçeği kimlerse -diğer televizyoncuların ve habercilerin de yaptığı gibi- o gerçekleri ekrana getirdim. bu tür haberlerin ekranlarda ve gazete sayfalarında yoğunlaşmasının bir nedeni de, reyting ve tiraj getirmesiydi. nitekim, medya patronu dinç bilgin’de bu olayı böyle açıkladı. o günlerin popüler figürlerinden fadime şahin’in adı televizyoncular arasında “reyting kraliçesi”ne çıkmıştı. kapısında nöbet tutanlar bile vardı. erken davranan fadime şahin’i ana haber bültenine çıkarıyor ve reytingi kurtarıyordu. artık günümüze geliyorum. adalet ve kalkınma partisi’nin iktidara geldiği 2002 seçimlerinden önce, genel başkan tayyip erdoğan ile chp genel başkanı deniz baykal’ın ilk ve son kez karşı karşıya geldikleri televizyon açık oturumunu tam bir tarafsızlık ve adalet duygusuyla yönettim. partisinin iktidar olmasından sonra başbakan erdoğan'la en çok röportaj yapan gazeteci hâlen benim. ancak 2008 yılında star tv'de haber grup başkanı ve anchorman olduktan sonra sergilemiş olduğumuz tarafsız yayıncılık beğenilmemiş olacak ki ilişkimiz soğudu. oysa bana göre bunun tam tersi olmalı, arkasında yüzde 50 civarında oy desteği bulunan başbakan erdoğan, yağcılık yapmayan, yalakalık peşinde koşmayan, iyi niyetle tarafsız haberler sunan bizim gibi bir ekibe destek vermeli ve zaman zaman dile getirdiğimiz eleştirilerden yararlanmayı da tercih etmeliydi. ne yazık ki böyle olmadı. prof. dr. mehmet altan’ın deyişiyle “yağdanlıkların yarattığı algı nedeniyle” bizler hasım gibi görüldük. dostane eleştirilere bile tahammül edilemediğine tanık olduk. geçmiş dönemlere rahmet okutturacak bir acımasızlıkla iftiralara uğradık, yaftalandık, medyatik linçlere maruz kaldık.
sayın başkan, sayın üyeler; basın tarihimizin hiçbir döneminde gazeteciler cezaevine girmesini istedikleri meslektaşlarının listesini yayınlama alçaklığını göstermemişlerdi. ama bu dönemde adları öne çıkan bazı haysiyet cellatları bu iğrençliği de yaptılar ve cezaevine girecek gazetecilerin yani meslektaşlarının listelerini yayınladılar. inanıyorum ki tarih bu listeleri yapan infazcıları affetmeyecek, er ya da geç müstahak oldukları cezayı verecektir. star tv'den ayrılırken, adını her zaman saygıyla anacağım, ancak huzurunuzda emin çölaşan hakkında söylediklerine katılmadığım patronum aydın doğan bana “seni işten çıkarıyorum.” diyemedi. onun yerine “sen türkiye’nin en başarılı televizyoncususun. burada ölüyü dirilttin. star haber yerlerde sürünüyordu, onu birinci yaptın. ahlaklı, düzgün bir insansın. ailen de düzgün. ben ve ailem seni ve aileni çok seviyoruz. ama ben bu televizyonu sattım uğur” diyerek hem gönlümü aldı hem de içine girdiği çaresizliği üstü kapalı biçimde anlatmış oldu. eğer baskı altında olmasaydı böylesine değerli gördüğü bir çalışanına “tamam, star’ı sattım, ama sen kanal d veya cnn türk’te şu görevlere devam edebilirsin!” diyebilirdi. diyemedi, çünkü benim yüzümden yeni bir ağır vergi cezasına uğramak istemiyordu. belki inanmayacaksınız ama ben medya üzerinde böylesine bir baskıyı ne darbe günlerinde ne de korku filmlerine benzer tehlikeler yaşadığım iktidarlar döneminde görmedim. eğer sözcü gazetesi bana sayfalarını açmamış olsaydı, eski patronumun deyimiyle “türkiye’nin en iyi televizyoncusu.” huzurunuza işsiz, belki de mesleğine veda etmek zorunda kalmış biri olarak gelecekti. gazetemde çalışıyorum ama bana “gel çalış!” diyebilecek babayiğit bir televizyon patronu göremiyorum.
sayın başkan, sayın üyeler; konuşmamın başında da belirttiğim gibi huzurunuza kendi isteğimle gelmiş bulunuyorum. araştırmanızın demokrasimizin tüm kurum ve kuruluşlarıyla sağlamlaşıp çağdaşlaşmasına katkıda bulunmasını, ayrıca basın özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasına yardımcı olmasını içtenlikle diliyorum. toplumun gerçekleri öğrenme hakkı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum."
vakit bulduğumda 1988'den itibaren tüm programlarının içeriğini buraya taşıyacağım o zamanın gazetelerinden alıntılayarak. ayrıca olaylara ait fotoğraf ve görüntüleri de konusu geçtikçe metin içlerine ekleyeceğim. ümit ederim ki bu çabalarım uğur dündar'a ulaşır ve arena'nın tüm bölümleri youtube'a yüklenir. çünkü iletişim fakültelerinde ders olarak izletilmesi gerekiyor arena'nın, araştırmacı-soruşturmacı gazetecilik nasıl yapılır, hangi teknikler kullanılır, metot nasıldır, hepsinin cevabı arena'da mevcut.
özel yaşamıyla hiç gündeme gelmemeyi başarmıştır uğur dündar. yaptığı binin üzerinde programda da hataya ve gaf'a neredeyse hiç yer vermemiştir. 1993'te 1989 türkiye güzeli yasemin baradan'la evlenmiştir, bu evlilikten üç çocuk sahibi olan uğur dündar, fanatik bir fenerbahçe taraftarıdır. aziz yıldırım döneminde takımda yöneticilik yapmış olan dündar, vefaspor'a da sürekli destek olmuştur.
yazdıklarım aslında türkiye'nin yakın tarihinin bir özeti oldu. yakın tarihteki neredeyse her olayda ismine rastladığımız uğur dündar, türk yayıncılık ve televizyon serüveninin en değerli ismidir, hiç şüphesiz. bugün çoğu kimsenin adı bile hatırlanmazken uğur dündar ismi, aradan geçen 50 yıla rağmen ilk günkü gibi parıldamaktadır. tüm emekleri, fedakarlıkları ve üstün hizmetleri karşısında saygıyla eğiliyor; kendisine, içindeki bir günde tanışabileceğim ve sohbet edebileceğim, sağlıklı ve mutlu bir ömür diliyorum. iyi ki varsın uğur dündar...
yararlandığım kaynaklar:
-nedim Şener, İşte Hayatım: Uğur Dündar (2010)
-Gökmen Ulu, Uğur Dündar (2019)
-TRT Arşivi
-milliyet Gazete Arşivi
-cumhuriyet Gazete Arşivi
-Uğur Dündar'ın Sözcü Gazetesi'ndeki Köşe Yazıları
-Uğur Dündar'ın Hürriyet Gazetesi'ndeki Köşe Yazıları
-Uğur Dündar'ın Söylediklerinin Yer Aldığı Meclis Komisyon Tutanağı
Edit: uğur dündar bu entriyi twitterda paylaşınca bir dostum ona ulaşmış. numaramı alan dündar beni aradı. telefonun diğer ucundaki sesi duyunca yaşadığım mutluluğu ve heyecanı anlatamam. acaba okur mu ki yardımcıları falan, arenayı youtube'a yüklerler mi diye düşünürken ertesi gün uğur dündar'la görüşmek ve ondan çok güzel şeyler duymak, benim için dünya denen heybeye doldurduğum en eşsiz parçalardan oldu. iyi ki varsın uğur abi, boşuna uğur dündar değilmişsin, iyi ki varsın.
Büyük emeklerle yazılan bu yazı sadece sözlük camiasının ve internet dünyasının değil usta gazeteci Uğur Dündar'ın da ilgisini çekti. Sözlük yazarına yazıyı yayınlamasından sonra Uğur Dündar yazar ile konuşarak ona teşekkür etti. Sözlük yazarı da yazısının sonunda bu telefon görüşmesi sonrası bir düzenleme yaptı ve Uğur Dündar'ın kendisine ulaşma hikayesini sözlükte anlatarak yaşadığı sevinci paylaştı. Uğur Dündar yaşanan bu olayı Twitter hesabında paylaştığı bir tweetle duyurdu ve yazara tekrar teşekkür etti.
Uğur Dündar'ın "İyi ki varsın Ekşi Sözlük" diyerek biyografisini yazan yazara teşekkür ettiği paylaşım:
"Hiç tanımadığım değerli bir yazar, günlerini, belki haftalarını vermiş, sıkılmadan araştırmış ve ortaya benim bile okurken gözlerimi yaşartan bir Uğur Dündar biyografisi çıkarmış. Kendisine çok teşekkür ediyor ve iyi ki varsın ekşi sözlük diyorum. "