Hasan Can, şânı yüce pâdişâhla aralarında geçen bir hâdiseyi şöyle nakletmektedir: "Merhum Cennet-mekân Sultan Selîm Han hazretlerinin âdet-i şerîflerinden biri de, çoğu gecelerini kitap okumakla geçirip, sabah namazına kadar uyumamalarıydı.
Padişah Yavuz Sultan Selim Han'ı ağlatan rüya


Zaman zaman da ona okutup, kendileri dinlerlerdi. Bâzan da, devlet ve saltanat işlerinden söz ederlerdi. Bir gece uyku bastırıp, sıhhatim de bir parça bozuk olduğundan, yatağıma uzanıp uyuyakalmışım. Sabah namazı vaktinde uyanarak namazımı kıldıktan sonra, hemen Sultânın hizmetine koştum.

"Bu gece hiç görünmedin, ne yapıyordun?" diye sordular. "Birkaç geceden beri uykusuz kaldığım için, bu gece gaflet bastırıp hizmetinizden uzak kaldım." Diyerek cevap verip, özür diledim. Bunun üzerine buyurdular ki:

"Öyleyse şimdi anlat bakalım, bu gece nasıl bir rüyâ gördün?" "Anlatılacak değerde bir rüyâ görmedim." diye cevap verdim. Yine buyurdular ki: "Bu nasıl sözdür? İnsan bir gecenin tamâmını uyku ile geçirsin de hiç rüyâ görmesin. Hayret doğrusu! Herhâlde bir şeyler görülmüştür."

Sonra üzerinde durmayıp, başka konularda bir süre sohbet ettikten sonra tekrar buyurdular ki: "Saçma şeyler söyleme Hasan Can! Herhâlde bu gece bir rüyâ görülmüştür. Bunu benden gizleme!" Çok düşünmeme rağmen bir türlü rüyâ gördüğümü hatırlayamadım.

Yemîn ederek, anlatılmağa değer bir rüyâ görmediğimi söyledim. Mübârek başlarını sallayıp; "Tuhaf şey!" dediler. Tekrar tekrar rüyâmdan sormaları çok garibime gitmişti. Sebebini de bir türlü anlayamadım. Şaşırıp kalmıştım.

Bir süre sonra, Kapı Ağasının oturduğu odaya bir iş için beni gönderdiler. Vardığımda gördüm ki, Hazînedârbaşı Mehmed Ağa, Kilercibaşı ve Saray Ağası ile töreleri üzere oturup konuşuyorlardı. Fakat Kapı Ağası Hasan Ağa düşünceli, şaşkın ve başını önüne eğmiş bir vaziyette gözü yaşlı oturuyordu.

Gerçekten de o, az konuşur, sâkin, iyi huylu ve geceleri teheccüd namazına kalkan kişilerden biriydi. Fakat bu hâli, önceki davranışlarına hiç benzemiyordu. Bir yakını vefât etmiş sandım.

"Ağa hazretleri, geçmiş olsun! Kalbiniz gamlı, gözünüz yaşlı görülür. Sebebi ne ola?" dediğimde; "Hayır, böyle bir durumum yok!" diye hâlini gizledi. Hazînedârbaşı dedi ki: "Kardeş! Ağa bu gece bir rüyâ görmüş. Daha o uykunun mahmurluğundadır.

" Ben de dedim ki: "Allah rızâsı için söyleyin ki, devletlû Pâdişâhımız, elbette bir rüyâ görmüşsündür diye hiç durmadan beni şıkıştırdı durdu. Herhâlde bu türlü ısrâr edip durmaları sebepsiz yere değildir. Ona iyi bir armağan olur, anlatınız!" Hasan Ağa ise anlatmaktan kaçınıp duruyordu.

Üzerinde bir utanç hâli vardı. "Benim gibi yüzü kara günahkârın ne rüyâsı ola ki, pâdişâh katında söylensin. Kerem edin, bana böyle bir teklifte bulunmayın!" diye anlatmaktan kaçınıyordu. Biz sıkıştırdıkça, Ağa, hayâsı çok bir kişi olduğundan; "Kerem eyleyin, vaz geçin!" diye yalvarırdı.

Sonunda Mehmed Ağa dedi ki: "Niçin söylemezsin? Daha önce bize anlattığında, pâdişâha anlatmak için memur edildiğini söylemiştin ya! Gizlenmesi hıyânet olmaz mı?" deyince, çâresiz kalıp, gizli kapaklı sırrın mührünü açıp dedi ki:

"Bu gece rüyâmda, bu eşiğinde oturduğunuz kapıyı hızlı hızlı çaldılar. Ne haber vardır deyip kapıya koştum. Baktım ki, kapı biraz aralanmış dışarısı görünüyor, fakat bir adam sığacak kadar değildir. Bu aralıktan baktığımda gördüm ki, Harem dâiresi, başlarında sarık bulunan Arab simâsında nûr yüzlü kimselerle dolu.

Ellerinde bayraklar, silâhlar ve başka âletler ile hazır vaziyette duruyorlardı. Kapı dibinde ise nûr yüzlü dört kişi duruyordu. Onların ellerinde de birer sancak vardı. Pâdişâhımızın sancağı, kapıyı çalanın elindeydi. O zât, bana dedi ki:

"Biz neye geldik, bilir misiniz?" Ben de "Buyurun." dedim. Dedi ki: "O gördüğün kişiler, Resûlullah efendimizin eshâbıdır. Bizi dahi Resûl-i ekrem efendimiz gönderip, Sultan Selîm Hâna selâm söyledi ve buyurdu ki:

"Haremeyn'in (Mekke ve Medîne'nin) hizmeti kendisine verildi, kalkıp gelsin. Gördüğün bu dört kimsenin birisi Ebû Bekr-i Sıddîk, diğeri Ömer-ül Fârûk ve bir diğeri de Osmân-ı Zinnûreyn'dir.

Seninle konuşan ben de, Ali bin Ebî Tâlib'im. Bunu hemen varıp Selîm Hâna söyle!" dedi ve gözümün önünden yok olup gittiler.

Bana dehşetli bir hâl oldu. Terler içinde kalıp, sabaha kadar öyle baygın bir vaziyette yatıp kalmışım. Oğullarım, teheccüd namazına alışageldiğim üzere kalkmadığımı görünce, hasta olduğumu sanmışlar. Sabah namazı vakti geçmek üzere iken gelip beni uyarmak için vücûduma ellerini sürdüklerinde görmüşler ki, suya düşüp ıslanmış gibi yatıyorum.

Elbisemi değiştirmek için yenilerini getirip, o sırada beni uyandırmışlar. Aklım başıma gelince, acele gelip namaza yetiştim. Fakat aklım hâlâ tam başımda değildi." diyerek, hem söylüyor, hem de ağlıyordu.

Ben, Pâdişâhın buyurduğu hizmeti bitirdikten sonra, dönüp şerefli makâmına gelince, bu hizmeti sormadan, yine rüyâmdan sorup buyurdular ki: "Şu senin, bu gece sabaha kadar uyuyup, hiçbir rüyâ görmediğine şaşılır!" Bunun üzerine ben de:

"Pâdişâhım, rüyâyı bu Hasan kulunuz görmedi ise de, bir başka Hasan kulunuz görmüş. Emriniz olursa arzedeyim." dedim. Emirleri üzerine Hasan Ağanın rüyâsını aynen naklettim.

Anlattıkça mübârek yüzü kızarmaya başladı ve nihâyet dayanamayıp, mübârek gözlerinden yaşlar boşandı. Rüyâyı tamamlayınca; "Demek ki, o dert sâhibinin safâ-i meşrebi, temiz bir hâli varmış. Sen onu bize medhettikçe; "Zâten, ibâdet ederken gördüğün her kimseyi velî sanırsın zannederdik.

Meğer sevmediğini medhetmez imişsin." diye buyurdular ve arkasından: "Ey Hasan Can! Sana demez miyiz ki, biz, bir tarafa memur olunmadıkça hareket etmeyiz. Ecdâdımızdan her biri evliyâlıktan nasîbini almışlardır. Herbirinin nice kerâmetleri vardır.

İçlerinde, ancak biz onlara benzemedik." diyerek tevâzuunu dile getirdi ve hâlini gizlemeye çalıştı. Bu rüyâdan sonra, Arabistan seferinin hazırlıklarına başlayıp, bütün tedbirlerini alıp, her türlü harp tedârikini temin ettikten sonra sefere karar verdi.

Meşhur târihçi Solakzâde, bu konuda diyor ki: "Pâdişâha dahi o gece rüyâsında, Hasan isminde bir şahıs vâsıtasıyla kendisine bir hizmetin görülmesi tebliğ olunacağı haber verilmişti."

Kaynak
1) Tâc-üt-Tevârih; c.2, s.602 vd.
2) Sicilli Osmânî; c.2, s.119
3) Lütfî Paşa Târihi; s.284
4) Hadîkat-ül-Cevâmî; c.1, s.272
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.69
6) Baldırzâde, Vefayât, v.43 b.
7) Selîmnâme